KALBİN VE ZİHNİN ÇAKIŞTIĞI BİR ANLATIM. YURT FİLM İNCELEMESİ



Şimdiye kadar yurtdışında birçok ödül kazanan Nehir Tuna’nın yönetmenliğini yaptığı Yurt filmi 43. İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma kategorisinde aday olarak Türkiye prömiyerini gerçekleştirdi. 

Nehir Tuna’nın senaryosunu yazdığı Yurt’un kadrosunda Doğa Karakaş, Can Bartu Arslan, Ozan Çelik, Tansu Biçer, Didem Ellialtı Işıltı Su Alyanak, Emrullah Erbay gibi önemli ve potansiyelli oyuncuları barındırıyor. 


Filmin konusundan kısaca bahsedecek olursak; 90’ların karmaşık iklimi ve siyasi iklimi içerisinde gündüzleri batılı örgün eğitim alan Ahmet akşamları ise dini bir yatılı okulda okumasını ve bu ikilemin sonuçlarını anlatıyor diyebilirim. 


Filmi öncelikle çok beğendiğimi söylemeliyim. Nehir Tuna anlatım, yönetmenlik ve senaryo olarak oldukça başarılı bir iş çıkarıyor. İlk uzun metraj filmi olması ise yaptığı işi daha da büyütüyor.  Ailelerin çocuklarını kendi idealleri doğrultusunda programlaması ve yönetmesi etrafımızda çok rastladığımız bir durum. Yurt ise bu zorlama ve programlamanın inanç gibi insanın ancak önce inanması ve ona ait bir duygu oluşturmasıyla oluşacak bir kavram üzerinde yapıldığında ne gibi sonuçlar ortaya çıkacağını gösteriyor. 



DERİNLİK ELEŞTİRİLERİ 


Film hakkında yazılan yorumları okudum ve önce yorumlar üzerinden ilerlemek istiyorum. Gördüğüm yorumların başında anlatımda bir derinlik olmadığı söyleniyor. Bu derinliği çoğu zaman gerek laik kesim gerek dini kesimin bağlamları doğrultusunda değinilmemesi üzerinden konuşuluyor. Film bence Ahmet karakterinin yaşı ve anlatmak istediği için gayet yeterli derecede bir derinlik sağlıyor. Filmin diğer karakterler üzerinden ilerlemesi gibi ya da siyasi olarak derinlemesine bir anlatım gibi bir derdi yok ve bence ilerlemesi için bir gereklilikte yok. Filmlerde en önemli unsurun kendi açımdan karakterlerle olan içselleştirme olduğunu yazılarımda hep vurguluyorum. Bunu sağlamak için buradaki ana unsurumuz Ahmet, ve biz Ahmet karakterinin tüm yükselişlerini, düşüşlerini, aşkını, dostluğunu, hüznünü, öfkesini, hırsını, keşiflerini ve bir sürü duygusunu en empati kurulabilecek şekilde görüyoruz.  Filmin belirli bir kısımdan sonrası için problemli gördüğüm şeyler var. Fakat filmin büyük bir kısmının çok iyi bir senaryoya ve harika bir anlatıma sahip olduğunu düşünüyorum. 




DENGE


Filmin Ahmet’in nasıl bir eğitimi tercih etmek istemesi dışında dini kesim ve laik kesim arasında son kısma kadar oldukça dengeli bir anlatım sağladığını düşünüyorum. Yıllardır ülkemizin en zıt kutupları olan bu iki kesimin artılarını ve eksilerini oldukça dengeli bir şekilde anlatıyor. Dinin kendisini değil onun hocalığını yapanların insanların bir çocuğun hayatına nasıl etki ettiğini gösterirken modern bir okul içerisinde ise dini eğitim aldığı haberi yayılan bir çocuğun dedikodusunun nasıl yapıldığını ve en masum yaşlarda olmasına rağmen dini eğitim alıyor diye bir aşkın nasıl bitebileceğini gösteriyor. Filmi izlerken Ahmet yatılı okulda yatmak istemediği için yatılı okuldaki kötü şartlar ve yaşadıkları yüzünden dini kesim ile olumsuz bir içselleştirme yaşıyoruz. Bu doğru fakat film hiçbir zaman direkt olarak diğer tarafı övmüyor. Yönetmenin yarı otobiyografik bir hikaye olduğunu söylediği gibi film yalnızca yönetmenin hayatında verdiği kararları bize gösteriyor. Bu taraf seçme kararının ise Ahmet’in yatılı okulda gördüğü kötü muamele yüzünden gerçekleştiğini söylemek de mümkün. Film dengesini korumaya çalışarak İki tarafı aynı şekilde yermeye devam ediyor.




ANLATIM


Benim filmde en hoşuma giden unsur Ahmet’in tüm duygularını anlayabilmek oldu. Sevdiği kızın ona aldığı hediyeyi hocası almasın diye büyük bir hırsla yutup üzerine elinde kalan son sevdiği şeyi de hocasına kaybetmediği için gülümsediği sahne, bu durumun üzerine yılbaşı gününde depoya benzer bir odaya kapatılması ve kapatıldığı yerde kendine ait bir konfor alanı bulabildiği için histerik bir şekilde mutlu olması ve odada kendini keşfetmesi. Bunların hepsinin Ahmet’in içinde bulunduğu sıkıntılı durumun ve bu duruma rağmen kendini kanıtlama, teslim olmama isteğinin en güzel örnekleri olduğunu düşünüyorum. Karakterin en son babasına patlama sahnesine kadar her yolu denediğini görüyoruz. Film her şeyin altyapısını öncesinde gördüğümüz denemelerle sağlıyor. Hikayenin sonundaki Ahmet’in babasıyla olan bıçak çekme sahnesine kadar Ahmet öfkesini tüm bu oluşumlarla biriktiriyor. Bu noktada bıçak sahnesi benim için çok içselleştirebildiğim bir sahne oldu. Hikaye boyunca Ahmet’in çok sevdiği babasının takdiri için elinden geleni denediğini izliyoruz. Bu sahnede ise eve gelen babasının çok değer verdiği hocası için bir yemek düzenlendiğini görüyoruz. Ahmet hocaları tarafından övülüyor. Ahmet mutlu oluyor babası ise onore oluyor. Bu filmin başından beri Ahmet’in en istediği durum olabilir.  Fakat konu ne zaman babasının hocalarına daha yatılı okula devam edeceğini söylemesine geliyor. Ahmet hüznünü, akıl karmaşasını, öfkesini aynı anda yaşıyor. Filmin başından itibaren en önem verdiği şey olan babasının takdirini bir hamlede yok edecek bir karar veriyor ve hocasının babasına getirdiği ev hediyesini babasının gözünün içine bakarak kırıyor. Bu noktada karakterin bir kırılmasını yaşıyoruz. Hemen ardından babası Ahmet’i kovalıyor. Ahmet, film boyunca ara sıra bize hissettirdiği öfkesini bu sefer Yakup’a değil direkt her şeyin sorumlusu olan babasına karşı gösteriyor. Bu kadar ruhsal işkence ve sıkıntıya rağmen hala babasının yatılı okula gitmesi için karar vermesi. Ahmet’in babasına karşı biriktirdiği bitmiş saygısının ve öfkesinin patlayışı oluyor. Ahmet eline nedensizce bir refleks olarak bıçağı alıyor. Babasıyla boğuşmaları sonucunda babasının elini yanlışlıkla kesiyor. Babasını o şekilde görünce şok oluyor ve hemen babasına ani bir reaksiyonla sarılıyor. Bu sahnenin filmin tüm anlatımları arasında Ahmet’in duygu birikimlerinin en güzel dışa yansıdığı sahne olduğunu düşünüyorum. Karakter artık babasına karşı harekete geçmek zorunda kalıyor. Ayrıca en sonunda içgüdüsel olarak babasına duyduğu öfkesinin yanında asıl hislerini gösteriyor. Film bunun gibi birçok iyi anlatıma sahip ve filmi laiklik ya da din odaklı değil. Yurt filmini babası ve benliği arasında kalmış olan Ahmet’in hikayesi olarak ele aldığımızda daha iyi bir bakış yakalayacağımızı düşünüyorum.  


AHMET

Ahmet; zengin bir aileye sahip olan, babasını çok seven, onun saygısını ve takdirini görmeyi çok isteyen, hayata karşı oldukça hevesli ve çalışkan bir karakter. Film içerisinde kendisinin babasının takdirini kazanmak için nefret ettiği bir ortamda yaşamayı denemesini görüyoruz. Zaman içerisinde yatılı okuldaki eğitimine olan ilgisi az olsa da ve bunu annesine söyleyip okuldan ayrılmak istemesine rağmen babasıyla iyi geçirdiği kısa bir tatilden sonra yatılı hafızlık eğitimini yine denemeye karar veriyor. İstek tuvaleti temizlemek ise gidip talimat dışı bir ürün kullanıyor. Çünkü benliğinin bir gereği olarak Ahmet daima yaratmak istiyor. Yaratan kişiye inanmayı istemiyor. Filmin gerek babasını gerek öğretmen karakteri olan Yakup’u da iyi anlattığını düşünüyorum. Yakup karakterinin de etkisiyle okulunun istediği gibi gitmediği sahneler izliyoruz. Bu gidişatın içerisinde asıl okulundaki çıkmazları ise Ahmet’in kaygılarını ve düşüncelerini gittikçe arttırıyor.



SON KISIM


Filmi, Hakan ile Ahmet’in okuldan kaçıp kavga ettiği sahneye kadar etkilenecek derecede çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Ahmet'in hikayesi harika çekimler, iyi diyaloglar ve iyi oyunculuklarla o yaştaki bir çocuğun derinlik düzeyinde başarıyla anlatılıyor. Fakat Hakan ile Ahmet’in son kavgasının filmin güçlü bir anlatısı olan bu ikilinin ilişkisini bozarak filmin gücünü de düşürdüğünü düşünüyorum. Ahmet ve Hakan başkalarının emirleri doğrultusunda hayatlarını kısıtlamayan, boyun eğdiklerinde bile bununla dalga geçen, en kötü zamanlarda birbirlerine yardımcı olan, yapılan dayatmalara inanmayan ve birbirini destekleyen bir ilişkiyle gözümüzde büyüyorlar. Film okuldan kaçma sahnesinden sonra bu ilişkiyi güçlendiren bazı iyi sahneler daha gösteriyor. Bu kaçışta filmin siyah beyazdan renkliye geçişi tamamlanıyor. Fakat kavga sahnesinde Hakan’ın bir anda Ahmet’i onu kandırdığını söyleyerek suçlaması ve Ahmet’in ayakkabısını çaldığını söylemesi. Aralarında çıkan kavga bir anda oluşarak gerçekleşiyor. Nedeni zenginlik yoksulluk arasındaki sınıfsal ayrım olsa da filmin o an böyle bir şeye ihtiyacı olmadan bu durum yaşanıyor. Nehir Tuna, döneme ait böyle bir konuyu da anlatmak istemiş olabilir. Fakat bu konu tüm imkansızlıkları imkanlara dönüştüren en kötü günde dostluğu ve yardımı bize adeta öykü gibi anlatan ve içselleştirmeyi sıkça yaptığımız iki karakter arasında yaşanınca, film sonuna doğru tepeye taşıdığı bir gücünü bir anda yitiriyor. Hem de bir hiç için. Daha sonrasında ise film sonunu bağlamakla biraz uğraşıyor ve filmin temposu da bağlamı da biraz sekteye uğruyor. 




Nehir Tuna, ilk uzun metraj filminde Ahmet’in ergenliğini düşüncelerini duygularını iyi bir senaryo iyi bir yönetmenlik ve iyi oyunculuklarla anlatıyor. 


Sonuç olarak bu filme elimde bulunan 5 kıymetli patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa
3 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim.

Yorumlar