EN BÜYÜK HÜZÜNLERİN ODADAN ÇIKAN BİR KEDİYE DÖNÜŞME İSTEĞİ. 8X8 FİLM İNCELEMESİ.



Çok sevdiğim bir film olan Küçük Şeyler’in yönetmeni Kıvanç Sezer’in yönettiği merakla beklediğim, 8x8, 43. İstanbul Film Festivali’nde ilk gösterimini gerçekleştirdi. Yine Kıvanç Sezer’in senaryosunu yazdığı filmin kadrosunda Alican Yücesoy, Ece Yüksel, Halil Babür yer alıyor. 


Filmin konusuna kısaca değinecek olursam: Sarp ve Eda’nın İstanbul dışında bir günlük tatil amacıyla tuttukları evde Can’la karşılaşmaları ve bu olaydan sonra yaşananları anlatıyor diyebilirim. 



8x8 bunu yüzümüze direkt çarptırmak istemese de yarım kalmışlıkların hikayesi. Film, Can karakterinin de Sarp karakterinin de engelleyemediği ayrılıklarının odağında duygusunu geliştiriyor. Filmin başlarındaki odadan çıkan kedi sahnesi gibi karakterler yaşadıklarından daima odadan çıkan bir kediye dönüşmesini yani en iyi ihtimale dönüşmesini ve değişmesini istiyor.  


8x8 içerisinde bolca gizem, hüzün, öfke, gibi duyguları barındırıyor.  Filme hızlı bir giriş yapıyoruz. Film daha yerimize tam yerleşmeden bize merak ve gizem duygusunu aşılıyor. Daha sonrasında merak duygusu yerini ikili ilişki dinamiklerine bırakıyor. Bu ilişkilerin sorgulanmasının sonucunda bizi karşılayan diğer ortak duygu ise öfke oluyor. Öfke tüm hikayenin sonunu hazırlıyor ve tüm geceyi sona erdiriyor. 


Kıvanç Sezer’in daha önceki iki filmini de çok sevmiştim. Hem eğlenip hem de anlattığı konuları filme gitmeden önceki halimden farklı düşünmüştüm. Küçük Şeyler bu doğrultuda benim için çok ufuk açıcı bir film olmuştu. Bu filmde ise bazı durumların neden olduğunu ya da bazı diyalogların kullanım yerini düşünerek geçirdiğimi söyleyebilirim.


Filmin kurgusal ya da direkt yönetmenlik olarak bir kusuru olduğunu düşünmüyorum. Kıvanç Sezer bu konuda yine çok iyi bir iş çıkarıyor. Fakat bazı durumlara verilen reaksiyonlar ve anlatımın birtakım noktalarda sıkışması yüzünden senaryo açısından bazı problemleri söylemek mümkün. 




EDA ve SARP


Filmin Sarp ve Eda’nın ilişkisine biraz fazla önem verdiğini düşünüyorum. Bu önemi şu anlamda söylemek istiyorum. İlişkinin sonuna gelmiş hatta son gününe gelmiş bir çiftin o gün ve o ruh hali içerisinde konuşmayacağı çok fazla geçmiş anektod duyuyoruz. 

Almanca öğrendiğini saklayan Sarp bir anda eve giren kedinin nerede olduğuna takıyor ve bir anda Almanca konuşuyor. Bunu da sanki yanlışlıkla söylemiş ve bir anda ağzından kaçırmış gibi söylüyor. Buradan bir önceki sahnede Eda ile yataktayken gitme dediğini gördüğümüz Sarp karakterinin Almanca’yı aslında Eda Almanya’ya gideceği için öğrendiğini ve “gitme” kelimesini de bu yüzden o anda kullandığını anlıyoruz. Bu durumun bana pek geçmediğini söyleyebilirim. Filmin kısıtlı bir süresi var ve bir ilişkinin neden sona yaklaştığını bize anlatmak istiyor. Bu yüzden bazı noktaları zorlayarak ve sıkıştırarak aktarmaya çalışıyor. Bu anlaşılabilir bir durum. Fakat film birçok unsuru aynı anda aktarmak için gerçekçi olmayan diyaloglara başvurunca hikayenin geçişleri oldukça sert ve sinema dili için bir yumuşama olmadan gerçekleşmiş oluyor Film ne zaman derdini üç kişi olarak anlatsa daha büyümüş oluyor. Can karakteri odağı Sarp ve Eda’dan kaydırdığı için diyaloglar daha tutarlı ve daha iyi duruyor. Bu yüzden Eda ve Sarp karakterlerin biraz inandırıcılığını kaybettiği sahneler olduğunu düşünüyorum. Bu bir tercih ve hikayenin gizemi ve gerilimin artması için mantıklı görülen bir durum olabilir. Fakat izleyiciyi çoğu anda biraz sorgulattığını söyleyebilirim.






KALE KAVRAMI


Film içerisinde Can ve Eda’nın satranç oynarken kale taşının eksik olduğunu görüyoruz. Eda ise buna çözüm bulmak için küpesini kalenin yerine koyuyor ve oyuna öyle devam ediyorlar. Bu sahnede Can bu çözüme duyguyla gülümsüyor. Filmin sonunda ise Can’ın yine kaybolan taş ve satranç tahtasını aradığını ve Eda’nın küpesini görüp gülümsediğini görüyoruz. Can’ın filmin başında ve daha sonrasında kullandığı ilaçlarından öğrendiğimiz üzere psikolojik olarak ruh halinin iyi olmadığını biliyoruz. Film boyunca da evi terk etmiyor ve ikilinin beraber belki de son gününü bozmuş oluyor. Can’ın evi bir korunak olarak gördüğünü düşünüyorum. Kıvanç Sezer biraz bu metafordan bahsetti fakat bende kendi fikirlerimi eklemek istiyorum. Filmde kale figürünü bu kadar fazla görmemizin bir sebebi bu. Kafasından atamadığı eski eşini de bir noktada Eda’ya benzetiyor. Can, eski eşine benzettiği için Eda’dan ve konfor noktası olan “kaleden” yani evden vazgeçemiyor. Hiçbir şey hissetmediği için kendi hayatına son vermeyi de düşünüyor ama bir noktada hayatına son vermeyi düşünmesini sağlayan balığı elleriyle ayıklayıp pişirmeyi de düşünüyor. Tüm bu dengesizliğinin yanı sıra Can, Sarp ve Eda geldikten sonra kalesinin öncekinden oldukça farklı ve daha da korunaklı olduğunu biliyor.







GECE SAHNESİ


Çok değerli oyunculara sahip olan 8x8 bu değerini gece karakterlerin içki içip oyun oynadıkları sahne içerisinde kullanıyor. Alican Yücesoy, her işini fazlasıyla beğendiğim ve film için yazılmış role harika uyan bir insan. Ece Yüksel ve Halil Babür ise yine çok sevdiğim harika oyuncular. Sahnede Alican Yücesoy’un Sarp ve Eda’nın ilişki dinamiği için tespite yakın bir konuşmasını izliyoruz. Bu sahnede Alican Yücesoy çok iyi bir oyunculuk sergiliyor. O an karakterin anlatması gereken şey neyse onu en doğru biçimde en doğru tonlamalarla bize aktarıyor. Can karakterinin bu konuşmasından önceki oyun sahnelerinde ise üçlünün dinamiği, oyunculukları ve temposu bize çok iyi sunuluyor. Sadece oyunculuk olarak da değil metin olarak da filmin en sevdiğim kısmı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü sahnede oyuncular karakterlere en uygun reaksiyonlarla birbirlerini tanımaya ve birbirleri hakkında konuşmaya çalışıyorlar. 



Sonuç olarak bu filme elimde bulunan 5 kıymetli patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa
2 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim.

Yorumlar

Popüler Yayınlar