MARTİN SCORSESE; YAŞAYAN EN BÜYÜK SİNEMA ANLATICISI. KILLERS OF THE FLOWER MOON.




Hayatının  60 yılını sinemaya adamak ve bu sürenin her dönemini başyapıtlar çekerek geçirmek, uzun periyotlarda hep aynı ve en üst seviyede kalabilmeyi başarabilmek. Şu ana kadar hiç bir yönetmenin bu genişlikte ulaşamadığı bir durum. Mean Streets, Taxi Driver , Raging Bull , The King of Comedy , After Hours , The Age of Innocence , Goodfellas , The Departed , The Wolf of Wall Street, Shutter Island, Casino, The Irishman, kendisinin sayısız başyapıtlarından bazıları. Martin Scorsese adını sinemaya kazımış ve neredeyse izlediğimiz her bir filme kendi perspektifinin izlerini gördüğümüz, örnek alınan usta bir yönetmen. Kendisi 80 yaşına gelmesine rağmen anlatmak istediklerinin bitmediğini ve kaleminin gün geçtikçe daha da değerlendiğini bize Killers of the Flower Moon başyapıtıyla gösteriyor.



Scorsese bu filminde filmografisinin önemli paydaşlarından ikisiyle çalışıyor; Robert De Niro ve Leonardo Di Caprio. Bir Scorsese hayranıysanız bu cümle bile ilk bakış açısından filmin büyüklüğü için çoğu şeyi açıklıyor. Filmin diğer başrolleri ise Lily Gladstone, Jesse PlemonsBrendan Freaser ve Martin Scorsese?

David Grann'in aynı adlı kurgu/dışı kitabından uyarlanan  Killers of the Follower Moon, Scorsese'ın büyülü ve görkemli dünyasını Western  unsurlarının bolca olduğu bir dramayla buluşturan bir film olarak ön plana çıkıyor.  Killers of the Flower Moon 1920 yıllarında Osage Kabilesi'ne ait olan, beyaz işadamlarının devralmak istediği ve yönettiği petrol zenginliğine sahip Oklahama topraklarında yıllarca süren cinayetleri ve bu cinayetlerin sonucunda Osage halkının yaşadığı korku ve endişe dolu günleri anlatıyor. 

Amerika'nın birbirine zincirlenmiş tarihinin kapılarını açmayı çok seven Scorsese, politik unsurları bir potaya toplayıp harika bir suç draması sunuyor. 1920'lerde Amerika'nın güney kırsalında yaşanan para ve güç savaşını,"tek taraflı savaşı" bir kabilenin topraklarının her insanının kendi kanlarına bulayarak teslim almak isteyen beyaz işadamlarının bu topraklara sahip olmak için; "sahip olmadığına sahip olmak için" neleri göze aldığını bize anlatıyor. Aşk, aile, korku, işgal, otorite, yardım, soykırım, baskı, çaresizlik, hırs ve iğrenme kavramlarını filmin her sahnesinde hissediyoruz. Filmde hakim olduğumuz bu duyguları karakterlerin harika oyunculukları ve yönetmenin harika anlatısıyla filmin ilk dakikasından son dakikasına daha da güçlendirerek içselleştiriyoruz. Karakterler, diyaloglar bize bağırmıyor ya da sessiz kalıp olanları anlamlandırmayı bize bırakmıyor. Anlatıcının anlatmak istediği tüm karakterler, olaylar, duygular bizzat aynı tondan bize orantılı bölünmelerle anlatılıyor. Böylelikle film büyüyen bir çığ gibi, biriktirerek büyüttüğü anlatısının en güçlü haline filmin sonuna doğru yaklaşıyor.


ANLATI

 Filmografisini harika anlatılar ve anlatılarının beslendiği harika senaryolarla ön plana çıkaran Scorsese'nin son filmi Killer of the Flower Moon'u izledikten sonra yaşayan en iyi hikaye anlatıcısı olduğunu söyleyebiliriz.  Scorsese filmde asla ön plana çıkmak istemiyor (bir yere kadar...).  Karakterlerini, diyaloglarını ne anlatmak istediğini, oyunculuklarını , atmosferini ve kalabalık görkemli dünyasını bize her sahnede boğmadan aynı tonda aktarıyor. Filmin kaotik atmosferini ve korku dolu hissiyatını beklenmedik patlamalar,ölümler ve diyaloglarla yaşıyoruz. Filmi çoğu insanın kültürüne hakim olmadığı bir topluluk olan Kızılderilliler'in geleneklerine ve bakış açılarını harika anlatılarla hemen içselleştirebiliyoruz. Film başından sonuna kadar başlı başına ayaklarını yere sağlam basıyor ve söyledikleri hikayeye her saniye katkı sağlıyor. Anlattıklarını boşuna anlatmıyor ve seyirciyi 3.5 saat boyunca anlatıdan koparmıyor. Anlatı her saniye filmin sonuna kadar derinleşiyor ve tüm çözülmemiş bağlamlar birer birer kendisine açıklama buluyor. Scorsese, Killer of the Flower Moon ile bir kitabın ne kadar iyi bir anlatı ve senaryo ile uyarlanabileceğini ve 3.5 saatin ne kadar yoğun ve duru bir anlatımla doldurulabileceğini bize 80 yaşına bastığı bu günlerde kendisine bir kere daha hayran bırakarak ve adeta sinemanın yaşayan en büyük anlatıcısı olduğunu kanıtlayarak sağlıyor.


DOKUNUŞLAR 

Filmin harika müziklere ve harika seslere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Filmin başından sonuna kadar bize eşlik eden bas tonlarının filmin olay örgüsüne ve sürekli yaşanan olayların yapısına çok iyi eşlik ediyor. Scorsese, Kızılderili kültürü ve geleneklerini bize çok iyi yansıtıyor. Onları bizle içselleştiriyor ve anlattıklarıyla onlara saygısını sunuyor. Ölülerin tabutunun üstüne konulan elmalar, dereye bırakılan taraklar, baykuş inancı ve Kızılderili dilini çoğu sahnede görmemiz bizi bu kültüre yaklaştırıyor. Filmin başında ve sonuna doğru yer alan sessiz film temalı anlatılar filmin ruhuna çok iyi eşlik ediyor. Kralın sigortacıya sıkıntı çıkararak kendi topraklarını yaktığı sahnenin çekimleri, kralın para ile körelmiş ruhunun ve vahşileşmiş beyninin neleri göze aldığını, başkalarının topraklarını kana bulamak bir tarafa; kendi toprağını para için yakmayı göze aldığını görmemiz ve bu esnada Ernest'in camdan flu şekilde yanan tarlayı ve insanların uğraşını görmesi hem anlatı hem de teknik olarak başarıyla veriliyor. Bu sahnedeki flu cam sanki Ernest'in amcasının para için neleri göze aldığının ve başından beri bir piyon olduğunun gözükmesini sağlayan bir paravan görevi görüyor. Ernest yanan (kanayan) tarlaları bu camdan ancak flu bir şekilde görebiliyor ve insanların uğraşı (acıları) ona paravanın loşluğu ile geçebiliyor. Filmin sonunda yer alan eski bir polisiye tiyatrosu şeklinde yer alan kapanış kısmı ve Scorsese'nin bu kısma ve hikayeye dair son sözü yutkunarak söyleyebilmesi filme oldukça orijinal bir son sağlıyor. 

Scorsese harika anlatısına filmografisinin iki büyük oyuncusu olan Robert De Niro ve Leonardo Di Caprio'nun kusursuz performanslarıyla harika bir bütünleme ve kapsayıcılık sağlıyor. Tüm etkenlerini tüm başarılı yönlerini ve oyuncularını bir araya getirip bu potadan harika bir başyapıt çıkarıyor. Filmin tüm oyunculuklarının kusursuzluğuna Lily Gladstone ve Jesse Plemons'u eklemek istiyorum. Filmde Plemons'a göre daha fazla süresi olan Lily Gladstone, Mollie Burkhart karakterinin sessiz, kontrollü içine kapanık Mollie karakterini, klasikleşmiş Kızılderili karakterlerinden farklı  ve özgün olarak harika bir performansla sergiliyor. 

Killers of the Flower Moon, harika oyunculukları kusursuz anlatısı ve yönetmenin filmografisini bütünleyen ve büyüten yapısıyla bize bir çırpıda geçen bir 3.5 saat sağlıyor.

Sonuç olarak bu filme elimde bulunan 5 kıymetli patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa
5 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim.


Yorumlar

Popüler Yayınlar