DERİNLEŞEMEYEN ANLATIM VE BİRBİRİNİ KOVALAYAN HİKAYELER. OPPENHEIMER


 

Sinemayla ilgilenen ve ilgilenmeyen herkesin ilgi odağı olan, yönetmen Christopher Nolan'ın son filmi Oppenheimer'a nihayet kavuşabildik.

Kendine has güçlü bir seyiricisi olan Christopher Nolan sinemasını, ana konusu atom bombasının mucidi olan Dr. Oppenheimer'ın hayat hikayesiyle birleştiren Oppenheimer, ünlü bilim adamının atom bombasını icat etmeden önceki hayatını, bombayı üretimini ve sonrasındaki mahkeme sürecine odaklanıyor.



Christopher Nolan'ın sinemasının gün geçtikçe biraz daha gerçekçi biyografik ve ayağını yere sağlam basmak istediği bir yöne doğru gittiğini söylemek mümkün. Son üç filminden ikisi için bunları söyleyebiliriz (Tenet hariç). Yönetmen, önceki filmlerine göre daha gerçeği esas alıyor; kendi yarattığı hayal edilemeyecek sonuçlar yaratan ya da esrarengiz durumlarla anlatım gücünü ve etkisini arttıran anlatımlardan çok, bir zamanlar yaşanılanları kendi perspektifinden anlatmak istediğini görebiliyoruz. Bu başlı başına bir tarz geçişi olarak düşünmediğim bir durum. Bunu yönetmenin filmografisine eklemek istediği bazı yenilikler olarak düşünebiliriz. 

Oppenheimer için okuduğum bazı eleştiriler filmin tipik Nolan filmlerinden oldukça farklı bir anlatımı olduğu ve şaşırılcak başka bir yapıya sahip olduğu hakkındaydı. Fakat film tam aksine içerisinde birçok tipik Nolan sineması unsuru taşıyan ve başından sonuna kadar ben tipik bir Nolan filmiyim diye bağıran bir film. Filmin içerisinde; paralel kurgu, iç içe geçmiş konular, depresif ve sığ kadın karakterler, başı ve sonunun karıştığı bir hikaye anlatımı, bir çok durumu aynı anda anlatma isteği, gizem ve sesinin gücüyle beslenen müzikler gibi unsurlarla, filmin Nolan sinemasının etten kemikten bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. 

Öncelikle film için heyecanım önceki Nolan filmlerinden farklı olarak oldukça yüksekti ve Nolan sinemasına ahım şahım bir sevgim olmasa da bu filmden beklentim en sevdiğim Nolan filmi olan Interstellar'dan aldığım tüm duygulara ve keyfe biraz yaklaşmaktı. Fakat filmi izlediğimde filmin çoğunluğunda hissetirilemeyen birçok duygunun sinema perdesinden bana doğru haykırışlarına ve  anlatmak istediği hikayeyi, bakmak istediği geniş perspektif dolayısıyla böldüğü hikayeleri ve tüm bunları derinleşmeyen bir anlatım odağında birleştirmeye uğraşan bir film izledim diyebilirim. 

Bu durumları biraz açıklamaya çalışacağım;

Film bir biyografi filmi ve içerisinde birçok diyalog ve birçok hikayeyi barındırıyor. Oppenheimer'ın atom bombası için Los Alamos'ta kurduğu bir nevi şehrin hikayesi, Oppenheimer'ın kişisel hayat hikayesi, Oppenheimer'ın sorgulanma sahneleri ve Lewis Strauss'un mahkeme sahneleri diyebiliriz. Öncelikle bu kadar farklı hikayeyi bir biyografi filmi yapısında , üstüne üstlük mahkeme ve soruşturma sekanslarının fazla yer kapladığı bir film içerisinde anlatabilmek aynı zamanda bu anlatılanların hissiyatını bize geçirerek anlatabilmek, film 3 saatlik bir süreye sahip olsa bile imkansıza yakın bir durum. 

Filmde aynı anda ve hızlıca anlatılmak istenilen o kadar hikaye ve bu hikayelerin birbiri peşine verdiği mücadeleler var ki filmi izlerken belirli bir süre sonra her sahnenin bir sonraki sahnenin bir parçası bir hazırlayıcısı olduğunu görüyoruz. Bu durum sahnenin içerisindeki durumlar ne kadar duygusal ya da o an o hissiyat iyi verilmek için uğraşılmış olsa da o hissi alamamamıza sebep oluyor. Çünkü aynı anda birçok film ve birçok sahneyi çok hızlı bir şekilde görüyoruz. Film bize yaşanılanlara hazmetme şansı değil bir sonraki sahneye bizi hazırlama desteği veriyor. Filmde Oppenheimer'ın üzüldüğü ve ağladığı bir sahne görüyoruz ve bu bağlamda atıyla kendini ormanda inziva bir konuma bıraktığını görüyoruz. Fakat bu sebebini ve neden kaynaklandığını 2 saattir anlatılan hikayeyle bildiğimiz sahneyle hiç bir bağ kuramıyoruz. Sahne yine çok hızlı bir şekilde başlayıp son buluyor ve bizi bir sonraki sahneye hazırlamaya çalışıyor. 


Bu büyük perspektif ve birçok şeyi anlatma isteğinin rahatsız ediciliğini arttıran bir diğer ana problem ise ana karakterin psikolojisine bir türlü giremememiz ve filmin bunun tam tersi olarak karakterin psikolojisini fazlaca yansıtma isteği olduğunu düşünüyorum. Filmin başından itibaren patlamayı andıran artan müzikler ve seslerle Oppenheimer'ın düşüncelerinin içinde olduğumuz ve onun psikolojisinin bize yansıtıldığını hissettirmek  isteyen sahneler görüyoruz. Fakat bu durum bir iki sahne hariç hiçbir sahnede karakter bazında derinleşemiyor ve gerçekleşmiyor. Çünkü film kendisinden çok daha büyük bir perspektife oynamaya çalışıyor. Ele aldığı birçok konuyu bir potada eritmeye çalışması bir yanayken bir yandan da bize Oppenheimer'ın düşüncelerinin içinde olduğumuzu hissettirmeye çalışıyor fakat bunu yine seyircinin hissedemediği bir açıdan yansıtıyor; kesik, birbirinin ardına geçen renksiz puzzle parçalarını gibi birleşip kalmaktan öteye gidemiyor.

Oppenheimer'ın atom bombasının atılımasından sonra bir spor salonunda ona hayranlıkla bağıran, adını sayıklayan kendinden geçmiş bir topluluğa karşı konuşma yaptığı sahnenin, bu bağlamda karakterin düşüncelerine ve hissiyatına en çok yaklaşabildiğimiz sahne olduğunu düşünüyorum. Sahnenin teknik olarak ışık tonları, sesleri, spor salonunun bir anda bombanın düştüğü bir alan gibi gözükmesi yakın çekimler, göz yanılsamaları gibi tüm etkenleriyle benim için filmin en beğendiğim ve karaktere en çok yaklaşabildiğim sahnesi oldu.


Filmin birçok şeyi bir araya getirme isteğinin bir diğer unsuru da filmin sonuna yakın ortaya çıkan bir nevi easter egg denilebilecek Lewis Straus sürprizi olduğunu düşünüyorum. Filmin anlatmak istediği durum ve konu bu sürpriz içeren olaydan o kadar bağımsız ki bu yüzden bize verilen Strauss ile ilgili gerçek tamamen alakasız kalıyor. Film başından sonuna dek bu sürprize zemin hazırlayacak bir yapıyla devam etmiyor ya da bu sürprize doğru ilerlemiyor. Filmin böyle bir duruma da ihtiyacı yok. Bu durum başında bilinse de bilinmese de filmin yapısında bir değişiklik olmayacağını hayal ettiğimizde bunu rahatlıkla düşünmemizden bile bu durumun alakasızlığını anlayabiliriz. Bu bağlamda filmde sürpriz olarak gösterilmek istenilen şey bir nevi sahneye itilen ve o ana dek sahnede kendini hiç düşünmeyen fakat kendini bir anda en ön sahnede bulan birisine benziyor. (prestij hayranlarına ufak bir jest yapmak istedi usta herhalde)

Filmin bakış açısının objektif bir perspektife sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yani bu bağlamda yönetmenin anlatılanlara dıştan bir gözle baktığını gözlemliyoruz. Bu durum hele ki bir biyografi filmi için oldukça normal ve görebildiğimiz bir durum. Fakat Martin J. Sherwin imzalı American Prometheus  kitabına kadar gizemi ve yaşanılan bu büyük patlamadan öncesi ve sonrasındaki düşüncelerini dünyanın tahmin etmekte zorlandığı bir ünlü bilim insanının hayatına bu kadar yüzeysel ve yukarıdan bakmanın biraz filmin potansiyelini aşağıya çektiğini düşünüyorum. Filmde yönetmenin perspektifi diyebileceğimiz hiçbir imza sahne ya da an neredeyse bulunmuyor. Film, çoğu sahnede bir akademik kaynak görevi görüyor. Bu yönetmenin imzası diyebileceğimiz anlar karakterlerin ani bağırışları, gizemli kalan tahmin etmeye çalıştığımız sekanslar ya da günümüzde pek etkileyiciliği kalmayan anlamlı görünen sözlerle sağlanmaya çalışılıyor.


Filmin bu olumsuzluklarının yanında atom bombasının yapılışının hızlandığı ve New Mexico'da test edilmesine kadar olan sahneleri hem teknik hem de anlatım olarak oldukça beğendiğimi söylemeliyim. Film bombanın patlama anına kadar her saniye heyecanını gittikçe katlayarak devam ediyor ve izleyiciyi ne göreceğine dair koltuğuna iyice sarmalıyor. Kendi açımdan filmin nadir geçirdiği duygulardan birisi olan heyecan ve merak duygusunu bu aralıkta olan sekanslarda tamamen hissettiğimi söyleyebilirim. Bunun dışında Cillian Murphy'nin üst düzey ve delice iyi bir iş çıkarıyor. Yukarıda bahsettiğim spor salonu sahnesi başta olmak üzere  Cillian Murphy filmin her sahnesinde çok güçlü bir performans sunuyor. Ek olarak Robert Downey J.R 'ın da yine eksiksiz bir performans sergilediğini söylemek mümkün.


Oppenheimer çok iyi müziklere çok iyi çekimlere ve oyunculuklara sahip olsa da, kalabalıklaşmış hikayesi, kötü sığ diyalogları, aktarılamayan psikolojik tahlilleri derinleşmeyen anlatımı ve anlatımından büyük kalan perspektifiyle ile ulaşabileceği potansiyele ulaşamıyor.

Sonuç olarak bu filme elimde bulunan 5 kıymetli patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa
2 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim.



Yorumlar