MODERN DÜNYANIN ANLATI USTASI.SEAN BAKER. HOMELESS SUITCASE PIMP.


 

Birisini kaybetmek.Hayatın insana karşı ürettiği en büyük meydan okuma.

gittiğini hissetmemek.sonların daima aklına gelmesi.Son yemek.Son hareket.Son bakış.Son öpüş.Son nefes.

Bir varlığın önleyemediği bu duruma karşılık neleri düşündürdüğünü ne gibi kararlar almasına rol oynadığını ve bu hissiyatı bu yaşıma kadar pek bilmiyordum. Dakikalar önce iyi olduğunu gördüğün birisinin son nefesini verdiğini görmek ve oluşan o sessizlik bu her bir ihtimalinin sıraya sığmadığı hayat için fazla açıklayıcı bence. Bir komidinin üzerinden silkilenen toz hissiyatı. İçindeki sevgini, yaşadığın yerküreye ne de evrene sığdıramayacağını hissetmek. Bunu hissettiğin o varlık içinde boyutsal olarak bulunduğun hayattan tamamen uzaklaşması ve ruhu yalnızca adeta bir körün görebileceği bir bulut gibi süzülmesi fakat bence bulutlardan bazıları ise süzülecek iken durup seni sarmalıyor seninle bir bütün oluyor onu ne kadar sevdiysen o minnettarlığı sana o kadar hissettiriyor. Hayat tüm eksenlerinde açıklayamadığı bilinmezliğini bu durum içerisinde tüm çerçevesiyle açıklıyor ve sunuyor sana. Yine kimsenin açıklanmasını en istemeyeceği konuda ve konumda. Herkes için tatsız fakat gerçekçi bir gösteriyle.



Son zamanların en sevdiğim yönetmeninin bir filmini incelemenin heyecanı ile ne yazacağımı bilmiyorum ve öncesinde biraz içimdekileri dökmek istedim modu biraz düşürmüş olabilirim ama eminim gerisi keyifli olacak.


Herkesin genellikle kendi için tercih ettiği ve sevdiği bir sinema dünyası vardır yani biraz detaylı açıklamak gerekirse ;hayal kurduğu, düşündüğü ve bundan tat aldığı. Bunu bulmak zor ve yorucu bir süreç olsa da bulunduğunda ki keyif ve o tür ya da oyuncu,yönetmen,hissiyat sayesinde alınan haz seni yalnızca o keyif veren unsur ile değil sinemanın geneli ile daha içli dışlı olmanı ve adeta bu girdaba kapılmamıza sebep olur. Benim bu duruma düşmemi sağlayan genel hissiyat hep doğallığın gerçekçiliğin ve aynı zamanda filme yayılan içten ve tatlı havanın karakterlerle sağlandığı filmler oldu. (Billy Wilder filmleri ve elbette Mahsun Kırmızıgül ve Kubrick’e selam yollayan Özcan Deniz) 

Bana şu zamanlarda ise Sean Bakker filmleri bu hissiyatı filmlerinin her bir anında vermeyi başarıyor. Şu zamana kadar izlediğim filmlerinde  görsel ve metinsel olarak her bir saniye filmin süresinin ne kadar olduğundan kopuyor ve karakterlerle bütünleşip filmin harika olay örgülerine bırakırken buluyorum kendimi.

Bu yazımda genellikle beni kendine hayran bırakan bu insanın filmlerini bu derece güzel yapan unsurlardan bahsedeceğim fakat bana kendisi hakkında artık tamamen bu kanıya kapılmamı sağlatan Sean Bakker’ın en son ki filmi Red Rocket hakkında biraz konuşmak istiyorum.

 

Filmin başrollerini Simon Rex (Scary Movie serisinden tanıyabilirsiniz ,çok başarılıydı ve karakterin gerektirdiği tüm hissiyatları başarıyla hissettirdi) Bree Elrod ve Suzanna Son (kendisi güzelliği,cilveleri ve ilk büyük filmi olmasına rağmen başarılı oyunculuğu ile crush listeme girmiş bulunmakta) paylaşıyor.


Filmin konusuna gelecek isek yine kısaca,sektörden dışlanmış bir porno yıldızının memleketi Texas’a dönme kararı sonrası hayata tutunma ve kendine hayat çizmeye çalışmasını anlatıyor.


Film diğer Sean Bakker filmleri gibi harika bir olay örgüsü harika görseller ve çok doğal diyaloglar barındırıyor. Özellikle Simon ve Strawberry’nin bulunduğu sahneler çok tatlı olsa da ikilinin flört sahneleri (Simon’un tüm cringe çabalarına sahne olsa da yine de) o kadar tatlı ve sizi içine çekiyor ki bazı sahneleri tekrar durdurup durdurup izlediğimi belirtmeliyim. Aslına bakarsanız filmin size inanılmaz bir konu ya da çok ilginç bir durum vaad etmiyor. Film sadece bir anlatıdan ibaret.”Red Rocket” gerçekten sektörden uzaklamış bir insanın mücadelesini anlatıyor gün ve gün ama bunu anlatırken kamerayı o kadar sizin yanınıza indiriyor ki olay örgüsü önemli olayları barındırmasa da bu örgünün harika işlenişi diyalogların,oyunculukların,yönetmenliğin harika bütünleşmesi ile tüm içerisinde binbir ne olduğu belli olmayan olaya sahip fakat bunu bir potada eritemeyen kopuk olay örgüsüne sahip filmlere adeta ortan sakince çekilmelerini söylüyor bu harika dilliyle.

Sean Baker Tangerine,Starlet,The Florida Project ile oluşturduğu kendine özgü sinematografisi ve metinsel dilinden sonra yine kuytu köşede taşrada köşeye atılmış insanların hayatına yine çok içten ve tatlı bir mizahla bize yansıtıyor.


1-KUYTU KÖŞEDE KALMIŞ İNSANLARIN VURGULAYICISI



Sean Baker’ın oluşturduğu bu anlatım diline birçok açıdan yaklaşmak istiyorum. Bunlardan birincisi anlatmak istediklerini ve kendisini şu zamana kadar sınırladığı fakat herkesin arasından yükselmesini sağlayan, oluşturduğu alan.

Günümüzde çoğu insan hayatta daima hangi ölçüde başarılı olursa bir sonraki basamağa hemen önce çıkıp belki de aynı ölçüde başaramayacağı işlere adım atıyor ve başarısız oluyor.(bu benim kesinlikle yargıladığım bir durum değil çünkü insan her zaman denemeli bir sonrasını ya da bilmediği başka bir aşamayı) Bazıları ise başka kendisine doğrudan para akışını sağlayacak uzmanı olmadığı konulara geçme ihtimali varken kendini bir alanda tutup en başarılı olduğu alanda devam ediyor ve bunu yaparken kendini o alanda geliştirip en iyisi oluyor. Bu durum belki kapitalizmin her zaman daha ileriye mantığı ile işlendiğinde bir işyerinde belirli bir süre sonra kişinin duraklamasına yol açabilecek olsa da sinemada bambaşka güzellikler ve her defasında kişiyi bunu sağlayan insana daha da hayran bıraktıran  bir anlam kazanıyor.

Sean Baker bu her defasında kendisine nitelendirdiği anlatım dili ve farklı orijinal bakış açısıyla benim gözümde çoğu yönetmenden yaptıkları ile daha anlam kazanıyor. 

(2011) Starlet’ da 21 ve 85 yaşındaki iki kadının yaşadığı arkadaşlığı kuşak farkını ve önyargıyı harika diyaloglarla yok eden anlatım diliyle (2015) Tangerine’ de hayat kadınlarının bir kaç gününü ve ikili ilişkilerini bize en doğal akışıyla yansıtmasıyla (2017) The Florida Project’ de madde bağımlılığı olan ve ruhsal dengesizlikleri olan bir kadının yaşadığı otel çevresi ile iletişim sıkıntılarından ve yetişkinlerin yaptığı hatalardan bağımsız çocukların sadece sevdiği arkadaşları ve annesi ile çocukluğunu yaşaması gerektiği hissiyatıyla ve son olarak (2021) Red Rocket’ da bir yetişkin film yıldızının önceden yaptığı bu meslekle oluşan kimliğine nasıl bir insan olduğundan bağımsız kalıplaştırılan ön yargı ile hayata atılma zorunluluklarına kendi ürettiği hikayeler oluşturduğu orijinal sinematografi harika diyaloglar ve tatlı mizahı ile başarısını sürdürmeye devam ediyor.


2-KENDİNE ÖZGÜ OLUŞTURDUĞU GÖRSELLİK 


Yönetmenlerin kendi özgü bir çekim tarzı oluşturması çok şaşılacak bir durum değil.

Çoğu yönetmen hatta belirli kalıplar ve tona dayanarak oluşturuyor filmlerini fakat bu tonu anlattığı hikaye ile bir uyum içerisinde sunmak en önemlisi.

Sean Baker kuytu köşede kimsenin nasıl hayatına devam ettiğini önemsemediği kırsal kesimlerden insanların hikayelerini vurguladığı filmlerinde hikayesinin tadını katlayan belirli yaklaşımlar kullanıyor bunlardan birisi; Uzak geniş bir açıdan o kişinin hayatla olan mücadelesini belki de en iyi şekilde görebileceğimiz yalnızlığını gökyüzü ve hayatın akışı ile bize sunması yer alıyor. Karakterlerin yaşayacağı bir diyalog öncesi ya da yaşadığı diyalog sonrası ya da başkaları ile konuşurken (ya da senle konuşurken diye uzatayım mı )takınılan bu çekim tarzı bize onun hayatımızın içinden olduğunu aslında bizimle aynı yerlerde yürüdüğünü ve benzer şeyleri düşündüğünü sunmak için harika bir öncül oluyor. 


(Tangerine, 2015) (film tamamen iPhone ile çekilmiştir)


Şu zamana kadar Sean Baker’ın tüm filmlerini büyük bir keyifle izledim. Ve şunu söylemeyim ki hatırladığım kadarıyla kendisinin bir tane kapalı hava hakim kılan ve güneşin en güzel tonlarını bize sunmadığını gördüğümüz bir filmi yok. Kendisinin güneşi ve açık havanın oluşturduğu güzel tonları pastel tonlarla birleştirip güneş barındıran çekimleri en iyi şekilde kullanan yönetmen olduğunu düşünüyorum (atladığım birileri elbette olabilir).

Hiçbir zaman bir Sean Baker filminde karanlık ve yağmurlu diyebileceğimiz bir hava göremiyoruz. Aslında bu çoğu insan için umursanmayacak bir şey olsa da bence filmlerin tonu ve anlattığı dille uyumu çok önemli olan bir diğer unsur. Sean Baker genellikle anlattığı hikayelerde umutsuzluk ve durumun kötüye gittiğini rahatlıkla bize yansıtan bir yönetmen çünkü karakterler genellikle hayat tercihi ve yapısı olarak bize tatlı anlar sunan içerisinde bir sürü iyilik ve güzellik barındıran fakat ahlaki yapısı içerisinde bulunduğu toplum ve genel karakteri olarak durumun kötüye gideceğini anladığımız insanlar oluyor. İzleyiciye yansıtılan hikayenin mizahlı ve tatlı dilini bozmak istemeyen Sean Baker’ın görselliği ile bize ulaşan bu güneş ve harika açılarla dolu görseller karakter ve bizim film boyunca sürdürdüğümüz “umut” kavramını bize en güzel şekliyle hissettiriyor ve bizi bu kavramın yansıtılması ile kendisine çekiyor.


(The Florida Project,2017)


(Red Rocket,2021)



3-YÖNETMEN İLE BÜYÜYEN OYUNCULUKLAR


Sean Baker’ ın filmlerini sevmemin bir diğer unsuru ise kalburüstü olmayan ve adını duymadığımız, ilk filmlerini belki de Sean Baker ile deneyimleyecek olan oyunculardan maksimum verim alabilmesi. Günümüzde yönetmenlerin bir hakem gibi sadece filmi yönetmesini ve oyuncuları iyi bir şekilde çekmesi bazı yapımcılar tarafından istenebiliyor ve bu durumda artık sinemanın çıtasının çıktığı seviye ile o film zaten ortalama altında kalıyor çoğu zaman fakat bu görev verilmesine rağmen bazı filmlerde yönetmenlerin bunu tam anlamıyla başaramadığını gözlemliyoruz görev verilip verilmesini geçtim yönetmenlerin belki de ilk önceliği zaten oyuncularla aralarında bulunan bu karşılıklı gelişme durumu.

Bu durumun yanı sıra Sean Baker’ın izlediğim her filmi sonrası kendimi oyunculara ve geçmişine bakarken buluyorum. Buna verebileceğim en basit örnek son çektiği film olan Red Rocket’ın başrolleri Simon Rex ve Suzanna Son diyebilirim. Öncelikle Simon Rex, içinde sadece ufak mimikler barındıran (o da absürtlüğü ve filmde bulunan tepkiler için ki Kristen Stewart bile yapabilir bu mimikleri) ve hiçbir oyunculuk gereksinimi bulunmayan Scary Movie serisinden tanınmış birisi (ki ayrıca bu seriyi kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum) ve bu filmde kendisine atlattığı seviye gerçekten inanılmaz karakter vurdumduymazlık,cringe,boşboğazlık özelliklerini barındırması gerekiyor ve ne gerekiyorsa hepsini tek bir potada her cevabında ve cümlesinde bize harika bir şekilde aktarıyor.

Suzanna Son ise kelimenin tam anlamıyla çok tatlı bir performans sunuyor. Araştırdığım kadarıyla Red Rocket kendisinin ilk filmi ve gerçekten cilveleri içinde barındırdığı hevesli ergenlikten henüz çıkmamış ve bu yüzden karar alma değişimleri yaşayan küçük kız rolünü o kadar iyi sergiliyor ki film için oluşturulan karaktere tam uyuyor.

Diğer Sean Baker filmleri içinse Tangerine’ de Kitana Kiki Rodriguez The Florida Project’ te başta Willem Dafoe, Brookleynn Price, Bria Vinaite olmak üzere sayabileceğim neredeyse her bir oyuncu film için gereken o tatlı doğal dokuyu bize yine Sean Baker’ın istekleri doğrultusunda harika bir şekilde bize aktarıyorlar.


4- DİYALOGLARIN SAĞLADIĞI SORGULAYICILIK VE DOĞALLIK


Filmler daha önce de birçok yazımda bahsettiğim gibi kişilerin kendini keşfettiği ve kendini dakikalarca belirli bir konumdan soyutladığı apayrı dünyalar ve dolayısıyla her insanın tercihleri farklı olabiliyor. Bununla bağlantılı benim için önemli olan bir diğer film parçası diyaloglar.

Diyaloglar filmi oluşturan çoğu mekanizmanın (bir ağaçtan yola çıkarsak) belki de kök salmasını sağlayan bir ağaç gövdesi diyebiliriz bu gövde eğer köklere (yani diğer unsurlara) başarıyla kaynaşırsa iyi bir filme giden yolculuk o kadar belirginleşiyor

Sean Baker filmlerinde ise bu durum toplumun kanıksamadığı kişilerin hikayesinden yola çıktığı için kendisi, kişilerle empati kurmak ve onları içselleştirmemiz için filmde bulunan diyaloglar çok önemli yer tutuyor. Ve asıl bu kısımda Sean Baker diyaloglarının saflığı olay örgüsüyle bağlantısının gerçekliği (izleyici zekası ile oynamayan sözlerin uyumu) ve düşündürücülüğü ile filmin hikayesinin gerektirdiği bütünü sağlayan bir taşı daha layıkıyla yerine yerleştiriyor.

Mesela şöyle düşünelim kırsal kesimde yaşayan ve çöpçülük yapan fakat bundan zevk alan bir adam düşünelim bu adamın neler hissettiğini bilmemiz gerekiyor ayrıca bu işi neden severek yaptığını ve diğer çöpçülerden farkını ya da farkının hangi kısımlarda olmadığını bilmemiz çok basit sorularla kafamızda düşünüp filmle kurduğumuz yakınlığı arttıracak unsurlar. Sam Baker bu unsurların hepsine kişinin verdiği her bir yanıtta üstü kapalı veya açık filmin içerisinde güzelce kendiliğinden cevaplandırıyor. (bu durum her yönetmenin zaten hikaye anlatıcılığı bağlamında yapması gereken sade ve basit bir durum fakat ne yazık ki bu sade akıcılığı bulmak çok zor.) Üstüne kişinin ikili yaşadığı iletişimlerde maruz kaldığı sorunlar ya da cevapları ile hayata farklı açıdan bakmamızı sağlıyor, düşündürüyor ve üstüne olayla gerçeklikten sapmadan (ki filmi absürtlüğe taşıyabilecek ince bir çizgi bu aşamada beliriyor) karakterle uyumlu tatlı mizah anlayışı ile filmden alınacak zevki katlamayı sürdürüyor.

Kendi açımdan bu durumu anlatmak istersem açtığım herhangi bir Sean Baker filminde hep film başladıktan ve karakterlere biraz alıştıktan sonra filmde oluşan tatlı gerçekçi havayı bu etkenlerle beraber çok sevdiğimi ve bu havayı oluşturma konusunda kendisinin çok büyük bir usta olduğunu belirtmek istiyorum.

Sean Baker belki de ismini sektör içerisinde çok yukarılarda görmeyeceğimiz fakat sinemaya kattığı orijinal dili ile beraber sunduğu tüm “havasıyla” çoğu sinemaseverin ismini her zaman yukarıda taşıyacağı bir yönetmen olarak bize göz kırpmaya devam ediyor.


Bu filme elimde bulunan kıymetli 5 patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa...


4 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim.


Yorumlar

Popüler Yayınlar