HAYATIN TÜM KESİŞİMLERİ VE KAYIPLARI ADINA ENFES BİR ANLATI. WE WILL TELL EVERYTHING AND GOD WILL HAVE PITY ON US.


 

Çocukken hayatımda hiçbir şeye benzetemediğim ve hala da benzetemeyeceğim kırmızı bir oyuncak arabam vardı. Nasıl aldığımı ya da kimin aldığını bilmesem de belirli bir dönem beni diğer tüm renklerden ayrıma sürükleyen kırmızı bir oyuncak araba…

Nedenini yine çocuklukta olduğu için pek bilmesem de kırmızı arabayı ve annemin elini tutarak yürüdüğüm tüm kaldırımlarda yoldan geçen kırmızı arabaları çok severdim. Dışarıya çıktığımızda evden uzakta kaldığım her saniye eve gidip kırmızı arabama kavuşmak onu dünyanın en ama en güzel yolu olan oturma odamızda bulunan kırmızı koltukta sürmeyi dilerdim. Daha sonra bu kırmızı araba yapısı metal olduğu için paslandı eskidi seneler geçti ve daha birçok yaşıtımın gördüğünde mutluluk krizi geçirebileceği yeni oyuncaklar, yeni figürler önüme konuldu. Ama hiç birisi benim o kırmızı arabayı sevdiğim kadar sevdiremedi kendini bana. Benim aklımda sadece alınan bu yeni figürleri kırmızı koltukta sırtlarını koltuğun sırt yaslanan kısmına yaslamak ve koltuğun düz kısmında ise kırmızı arabamı sürerek kendileri ne kadar yeni figürler olsalar da kırmızı arabamın mükemmelliğini izlemeleri için dizmekle görevlendiriyordum onları.

Ve şimdide yollarda amansızca sürüklenen bir kırmızı arabanın bulunduğu bir filmi izlemenin tatlı hissiyatı ile bu filmi incelemek için kendimi görevlendiriyorum.



Drive My Car (yani türkçesi arabamı sen sür ) (kesinlikle bir korsan taksi firmasının ismi fln değil) uzun zamandır izlemeyi en çok istediğim “filmdi” diyebilirim (bu sefer filmlerden demeyeceğim) (iyi) .Ve bu isteğin eşliğinde güncel olarak en sevdiğim sinema olan biricik deniz kabuğumuzun içi olan Kadıköy Sineması’nda filmi izlemeye koyuldum.


Drive My Car, Ryusuke Hamaguchi' nin yönetmenlik koltuğunda oturduğu Hidetoshi Nishijima, Toko Miura, Masaki Okada‘nin başrollerini paylaştığı (hepsi çoğu açıdan kusursuzdu) Haruki Murakami'nin Men Without Women adlı öykü koleksiyonundaki bir kısa öyküden uyarlanan ve 94.Akademi Ödülleri'nde en iyi film dalında Oscar adaylığı alan bir dram filmi. Konusu ise özet şekilinde verilemeyecek kadar eksenler barındıran fakat kısaca, tiyatrocu olan Kafuku’ nun hayatının yol aldığı gidişatlar ve bu bağlamda yaşadığı sorgulamaların bir anlatısı diyebiliriz en ayrıntısız ve dıştan bir özet tercih edersek.


Öncelikle filmi beğenmekle beraber izlediğim sinemada (ki salon tamamen doluydu ve İstanbul’un özellikle sinema konusunda kalburüstü izleyiciye sahip olduğu bir konumda yer almasına rağmen) çoğu insanın öffleye pöfleye izlediğini belirtmeliyim. Film çoğu sinemadan beklentisinin içi dolu olmayan boş hareketler görmek ve göremediği diyarları görme işi sananların sevemeyeceği bir film olmakla beraber bunu derken insanları ötekeleştirdim diye düşünmeyin gerçekten çoğu iyi sinemaseverin bile sevmekte zorlanmasını bir yandan da anlayabileceğim bir film Drive My Car ve bu gittiğim salonda oldukça kendini belli eden bir unsurdu.


Drive My Car benim içinse düşündürdükleri açısından bu senenin en iyi filmi demekle diyememek arasında oldukça kaldığım bir film diyebilirim. Ve hala bu konudaki fikirlerim bir değişim içerisinde. Çünkü film kendi içerisinde o kadar farklı dinamiklerin ve bağlamların bir izdüşümü olarak bize kendini anlatıyor ki bir açıdan yaklaşıp filmi bu senenin değil tüm zamanlarıma bile koyabilecek iken bir diğer aklıma gelen anlatım bağlamı ile beraber bu görüşüm bu sene için en iyisi diyememekle örtüşebiliyor. Üstelik bu gitgelleri anlatısındaki düzeni düşürüp ya da arttırdığı için sağlamadan size yaşatıyor. Bu çok sıra dışı bir durum olmakla beraber Drive My Car ‘ın anlatısının kuvvetini bize her açıdan sunan bir örnek.


Film hakkında aklıma gelenler hakkında kısa kısa bir geçmek gerekirse.

Film Hiroşima’nın birbiri ile yeri geldiğinde zigzaglar ve harika uyumlar oluşturan yollarında kendinizi sanki bir bulutun üstünden Kafuku’ nun hayatının gidişatını ve aldığı yolları izlediğinizi hissettiğiniz bir göz açısıyla çekilen harika araba sahnelerinden kurulu. 

Bu çekimler şahsen bana oldukça huzurlu ve daha önce aklıma asla gelmeyecek (bir zamanlar anadolu gece araba sahneleri bkz) bir arabanın bir yol üzerinde gitmesinden keyif almak hissiyatını yaşattı. Gerek bu sahnelerin çekimi olsun gerek araba içerisinde geçen konuşmalar ya da durumu yansıtan harika oyunculuklar olsun hepsi size her filmde bulamayacağınız ayrıcalıklı bir hissiyatı aktarıyor ve filmin en sevdiğim kısmı bu oldu.

Bu bahsettiğim hissedilen filmin özel hissi hakkında aklıma gelenleri somutlaştırmak gerekirse şöyle diyebilirim ; film içerisinde geçen hayatla ve duygusal karışıklıklarla olan bu sorgulamaların sayesinde sizi o an hayattaki derdiniz ya da sonraki günler için oluşan kaygınız ne olursa olsun o sıkıntıyı uzaklaştırıp yerine bambaşka yollarla kurulmuş başka bir dünyada sizi keşfe ve bu keşfin getirdiği huzuru size her açıdan harika bir dille sunuyor.

Bunun dışında filmde Kafuku’nun arabasını kullanan Misaki’nin taksici tiplemesinin Jim Jarmusch’un yönettiği Night On Earth filminde Winona Ryder ‘ın oynadığı Corky ‘e benzemesi dikkatimi çeken bir benzemeydi.

Ayrıca Misaki’nin (arabayı kullanan şoför) Kafuku’nun kıymetli arabasını iyi süren ve Kafuku’nun adeta terapi niyeti gören arabasından ayrı düşmesine rağmen arka koltukta ona aynı hissiyatı yaşatacak derecede başarılı bir sürücü olmasının sebebinin annesinin onu dövmesi ve hasta olması sonucunda ailesini kaybetmesi gibi gibi etkenlerle bağlantılı olması bu kısa paragrafta anlatılmayacak kadar detaylı fakat filmin birçok bu tarz anlatısı olduğu için böyle bahsedebildiğim bir kısmı oldu.

Kafuku’ nun (tiyatrocu) filmin başında tiyatro işi için havaalanına gittikten sonra uçuşun ertelenmesi sonucu eve geri döndüğünde eşini (eşinin mesleği yapımcılık) bir dizide başrol olan ve daha önce Kafuku’ nun kulisine gelerek tanıştırdığı  Koji ile aldattığını görmesi, buna rağmen o kapıdan çıkıp eşi ile beraberliğini sürdürmesi ve eşinin gündelik hayatlarında anlattığı her kurmaca öyküsünde bazı detayları çift taraflı düşünmesine yol açan (cinsel konularda üstüne almama bu düşünceleri) anlar yaşaması ve bu durumla ara sıra baş başa kalmasına rağmen eşinin ölümüne kadar bunları göz ardı etmesi. Daha sonra gittiği başka bir şehirde kurduğu yeni bir hayat ve tiyatro yönetmenliği mesleğinde seçmelere karısını aldatırken yakaladığı Koji’ yi görmesi ve etik bir sorun yaşamadan onun performansını beğenip tiyatrosunda rol vermesi fakat başrole koyamaması gibi gibi demek istediğim içerisinde etik kaygılar ve doğrunun ne olması gerektiği hakkında insana sorgulamalar yaşatan bir konuyu da bir yandan barındırması filmin anlatısı içerisinde önemli bir güç.

Bunların dışında en sevdiğim sahnenin ise Koji’nin Kafuku ile araba içerisinde Oto hakkında düşüncelerini tanımladığı ve aslında Oto’yu da tanımladıkları sahneydi.Sahnedeki oyunculuklar ve insana geçirdiği hissiyat filmin başından beri sevmediğimiz ve karakterini saldırgan yönünü tam çözemediğimiz Koji’yi bize sunması ve onun duygularını en içten şekilde öğrenerek resmen “sevmediğimiz” karakterden “anladığımız” karaktere geçişini harika yapan ve diyaloglar açısından filmin her kısmı gibi çok özel bir sahneydi.



Filmin sevmediğim bir yönüne gelecek olursak eğer film hakkındaki düşünce karmaşımı bu diyeceğim örnekle daha iyi anlayacaksınız. Filmdeki en sevdiğim sahne bir yandan da karakterin anlık olarak uyumsuz bir şekilde oluşan değişiminin kafamda örtüşemediği sahne oldu.

Öncelikle film bir öykü uyarlaması olduğu için öykü içerisindeki karakterlerlerin filme aktarımı çoğu uyarlamalarda bildiğimiz üzere tam anlamıyla verilemeyebiliyor.

Örneğin kitapta harika konuşan ve düşüncelerini çok sevdiğimiz bir karakter gerçek hayatta düşüncelerini hayatın her alanında aynı şekilde bize aktaramayacağı için gerçekçiliği daha ön plana çıkan film uyarlamalarında hele bu aktarım sekteye uğrayabiliyor. Drive My Car filmin çoğu kısmında bu aktarımı kusursuz yapmış olsa da  ve yukarıda övgüyle bahsettiğim araba sahnesindeki duyguları ve diyalogları ne kadar sevsem de film içerisindeki biraz sığ ve belirli kalıplarla anlatılabilecek bir karakter olan Koji karakterinin ağzından çıkan cümleler ve kapasitesi üzerinde sözler karakterle tam uymuyor gibi geldi bana ve rahatsız etti. Mesela şöyle örnek verebilirim (kendisi Türkiye'nin en büyük sinefili olmamda en büyük etken olan) Akasya Durağı Sinan’ın bir anda bir sahnede Nuri baba ile C’mon C’mon’ daki (çok kesme işaret) Joaquin Phoenix’ e dönüşmesi ve bu tarz edebi bir şekilde konuşması ne kadar saçma olacaksa Koji karakterinin bu dönüşümü de o kadar bu verdiğim saçma ikili gibi bir uyumsuzluk sundu bana. Ama bu elbette filmi etkileyen bir olumsuzluk asla değil filmin çoğu harika unsuru dışında çok çok çok küçük bir sıkıntı olarak uyarlamaların yaşadığı ufak sıkıntılardan benim adıma bir örnek sadece.



"Drive My Car" içerisinde harika diyaloglar barındıran, insanların hayatlarının aslında bir çok kesişimler oluşturduğu ve bu dünyada belirli bir yer kaplayan canlıların ne olursa olsun hayatta yaşadıkları acılardan bağımsız yaşamaya devam edeceğini ve bu acıları ancak beraber aşabileceklerini bize her saniyesinde hissettiren senaryo ve yönetmenlik olarak çıtasını çok yükseğe koymuş, içerisinde birbirinden bağımsız bir çok insan dinamiğinin döndüğü harika bir 3 saat vadediyor ve bunu bize harika bir anlatımla aktarıyor.


Bu filme elimde bulunan kıymetli 5 patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa...


4 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim.



Yorumlar

Popüler Yayınlar