İçgüdüsel bir tutkunun esaretinde kalan fotoğraf makinesi. "CLIMBING IS THE ONLY THING THAT MAKES ME FEEL ALIVE."

 


Çocukluğumdan beri her zaman dağa çıkmak istemişimdir. Ağrı Dağı Nemrut Dağı (işte size çocukken ilkokul öğretmenimin arkadaşlarımı aşağılarken kullandığı bir terim “ ne o yüzün nemrut dağı gibi”...)  Erciyes Dağı bu dağlar benim favori dağlarımdır. Bu dağları severek takip ederim. Bu dağlara çıkmayı istememin ve sevmemin ötesinde bu dağlardan inmeyi de çok severim. Ama geçen günlerde Nemrut Dağı’na yaptığım ,sayısı Nemrutla aramda gizli olan bir yolculuğumda Nemrut Dağı’na çıktıktan sonra bir süre inemedim. Neden bilmiyorum bu dağla aramda herkesten farklı bir çekim olduğunu biliyorum (atiye) ve bunu her saniye hissetmeye devam ediyorum. Başka bir anımda ise yakın arkadaşlarım Zeki, Ozan ve Barış ile Nemrut Dağı’nın bir heykelinin üzerine çıkıp hızlıca indiğimiz bir gün olmuştu ve bunu ise hiç unutamıyorum. Büyük ihtimalle siz bu dediklerime inanmayacaksınız ve dağa çıkıp özellikle inmeyi sevmem hakkında bir soruşturma açacaksınız (ki oldukça politik sınırları zorlayan bir paragrafın bağırışlarını duyulabilir şu an) ama dediklerimin hepsi tamamen doğru ve Nemrut, Erciyes, Ağrı benim için çok duygusal anılarımın olduğu favori dağlarım.


(evet bu günümün güzelleşmesini sağlayacak olan amaçsızca düz şeyler hakkında duygusal konuşma paragrafımı tamamladığıma göre doğumumun saniyeler sonrasında ünlü metot oyuncusu Levent Ülgen tarafından (bu espriyi bilmiyorsanız ilk yazımı okuyun) (aynen kardeşim MCU gibi bir evren kurdun ve yazının birbiri ile bağlantısı fln var)  fısıldanan Türk dünyasının öncül sinefili olma yolunda izlediğim şeyler hakkında konuşmaya geri dönelim


Uzun zamandır IMDB kullanan birisiyim (letterbox varken mi ne abi iyi misin abi ımdb puanları mı really ?) ve bu tepkileri anlayabiliyorum ama dostlarım gerçekten bu yolu kendimi en iyi hissetiğim yer ve kendim için en doğru bulduğum kalbimin sesini dinlediğimde (boş yapmayı kesememem hakkında okuyucunun yazıyı terk etme şoku).Kısacası alışkanlık ve IMDB’ yi listelerimi kolayca yaptığım  bir yer olarak kullanıyorum hala ve uygulamada gezinirken keşfettiğim, Netflix’ de olmasına rağmen gözümden kaçmış olan Jiro Taniguchi' nin aynı adlı Japon manga serisine dayanan Patrick Imbert’ in yönettiği Fransızca bir animasyon filmi The Summit of the Gods’ ı izledim.


Film Everest Dağı'nın zirvesine yapılan ilk tırmanış hakkındaki gerçeği öğrenmeyi saplantı hâline getirmiş bir foto muhabirinin (çünkü ilk tırmanışı yapıp yapmadığı belli olmayan kişi bir fotoğraf makinesi ile zirveye çıkmaya çalışmış lakin dönerken ya da çıkarken vefat etmiş geri dönememiş) ,bir mekanda takılırken bu fotoğraf makinesinin onda olduğunu şans eseri gördüğü fakat daha sonra ortalıktan kaybolan saygın bir dağcıyı aramaya koyulmasını anlatıyor.


Film yeri geldiğinde oldukça keyifli ve güzel sahneleri ve anlattığı konu ile ilgili bir mesaja sahip olsa da beni pek tatmin etmedi dostlarım. Filmde bahsedilecek ve konuşulacak bolca güzel taraf var ve bunları iyi bir şekilde başarıyor olmasına karşılık kötü ve idare edilemeyecek bazı sıkıntıları da barındırıyor maalesef.


Öncelikle filmin animasyon yani çizgisinde bir sıkıntı yok ve özellikle dağ ile ilgili tırmanış  sahnelerindeki manzaralar ve detaylar çok hoş fakat karakterlerin çizimi hakkında aynı şeyleri söyleyebilmem pek mümkün değil. Filmde bir çok karakter var ve bu karakterler birbirine aşırı benziyor ve bu duruma çözüm bulmak için kıyafetlerle ayrıştırma yapmak zorunda kalıyorsunuz belki yönetmen bunu bilerek yapmış ya da bu bir tercih olabilir lakin izlerken olayları anlama konusunda bir izleyicinin böyle bir durumla karşılaşması izleyici için pek konforlu bir şey değil. Diğer bir konu ise senaryonun çok karışık olması, hikayenin başında Habu’ nun (buradan aşağu induğini eheh laz şakası) Buntaro ile bir kaya tırmanışı yaparken Buntaro’ nun hatası ile yaşanan bir kazayı izliyoruz ve Buntaro bu kaza sonrası mahsur kaldıktan sonra kendi ipini keserek ölüyor. Lakin bir durumun önceden yaşanıp yaşanmadığı hakkındaki geçişler bu sahnede olduğu gibi çok hızlı yapılıyor ve geçmiş ile günümüzde geçip geçmediğini bize anlatmadan yaşanıyor. Bu sahneyi ancak sahnenin bitip ölüm sahnesi de yaşandıktan sonra foto muhabiri ve fotoğraf makinesini arayan Fukamachi’ nin bu olayı eski bir gazetede görüp okuduğundan geçmişte olduğunu anlıyoruz.

Filmde bir çok eski sahne var yaşananları bize anlatmak için bu yol tercih edilmiş ki bu gayet normal bir seçim ama bunların geçişi ve sonrasında günümüze dönüş sahneleri ile bağlantısının iyi sağlanamaması hikayenin anlatımını bozabiliyor. Bunu sağlamak bu anlatım tarzı tercih edilen bir film için sağlanması gerekli olan önemli bir konu. Bu yüzden senaryonun şekil aldığı bu karışıklık beni oldukça rahatsız etti. 


Bu saydığım olumsuz detaylar haricinde filmin iyi yönlerinden birisi ise bazı sahnelerinin kurgusunun oldukça iyi hazırlanmış ve bu sahnelerde dağcılığın getirdiği riskli olayları, gerginliği hissedebiliyor olmanız. Demin yukarıda bahsettiğim Buntaro’ nun kaza sonucu ipini keserek öldüğü sahne bu gerginliğin sağlandığı sahne örneğine verilecek iyi bir örnek.

Film genel olarak rakibi ile kimin daha önce zirveye çıkacağı hakkında bir rekabet içinde olan Habu’nun (ki kendisi filmin konusunda bahsettiğim fotoğraf makinesini bulan ve ortalıktan kaybolan o saygın dağcı) kendini olduğundan fazla zorlaması sonucu bir kaza yaşaması ve günlerce dağın zirvesindeki bir oyukta kurtarılmayı beklemesi o sırada rakibi olan dağcının ekibinin onu kurtarması sonucu inzivaya çekilmesine değiniyor bu durum Habu’ yu oldukça geri itiyor ve özgüvenini kırıyor ama kendini tırmanış için yaşadığı yerden bambaşka bir yere taşınarak Everest’e yakın olan bir konumda hazırlık yapıyor.

Daha sonra fotoğraf makinesinin peşinde olan foto muhabir Fukamachi onu buluyor ve bu tırmanışı fotoğraflamak için onu ikna ediyor ve Everest’e beraber çıkmaya karar veriyorlar.

Zorlu yollardan geçtikten ve bazı olaylar yaşadıktan sonra Fukamachi nefes almanın zorlandığı irtifa seviyelerinde kötüleşmeye başlıyor. Bu durumun farkında olan Habu yolun geri kalanını tamamlanmasının imkansız olduğunu söyleyerek Fukamachi’ yi geri yolluyor ama kendisinin tırmanmaya devam edeceğini söylüyor .Aşağıya inen ve tırmanma çadırında bekleyen Fukamachi yaklaşık 3 4 gün Habu’yu bekliyor fakat Hagu geri dönmeyince mecburen geri dönmek zorunda kalıyorlar. O sırada Habu önceden geri dönmeyeceğini düşünerek oradaki bir yoldaşına foto muhabirinin bulmaya çalıştığı fotoğraf makinesini sardığı bir notla veriyor. Ve notta şunlar yazıyor: “ Bu notu okuyorsan geri dönmemişim demektir Mallory (ilk tırmandığı sanılan fakat konuyu ilk anlatırken yukarıda bahsettiğim üzere vefat eden ve fotoğraf makinesi aranan kişi )hakkında gerçekleri öğrenmek istiyorsan bu fotoğraf makinesi sana belki yardımcı olur ama onun ya da benim bunu neden yaptığımızı merak ediyorsan (zirveye çıkmak uğruna ölmek) cevabı bu makinede bulamazsın seni buraya getiren şey neyse beni de tırmanmaya iten şey bu bana yaşadığımı hissettiren tek şey tırmanmak ve bende sonuna kadar tırmandım ve pişman değilim.”

Bu sözlerden daha sonra Habu’yu gördüğümüzde kendi amacını gerçekleştirdiğini zirveye çıktıktan sonra orada yorgun düşüp vefat ettiğini görüyoruz.


Filmin insanların tutkusu ve bunu hayatta yaşadığını hissetmek, keyif almak ve sonuna kadar gitmek gibi fikirlerle birleştirdiği bu mesaj filmde oldukça güçlü veriliyor. Habu’ nun filmi başından sonuna kadar bu tutku ile yaşadığını ve bu yoldaki kararlılığını ise her saniye hissedebiliyorsunuz ve film mesajı yalnızca hikayenin bitiminde değil filmin olay örgüsü boyunca size iyi bir şekilde aktarmaya çalışıyor.


Bu filme elimde duran kıymetli 5 patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa…


2 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim.




Yorumlar

Popüler Yayınlar