HAYATIMIZIN İÇERİSİNDEN SAKLAMAYI TERCİH ETTİĞİMİZ BİR GÖSTERİ. "İKİ ŞAFAK ARASINDA"


Gittiğim kişi başına 6 çocuk düşen ve yemek katı adeta yapış yapışlıklar içerisinde olan bir Avm de izlediğim DAYI,”””KESİŞME”””” İYİ Kİ VARSIN EREN filmleri sonrası kendimi yakın hissettiğim ilk semt olan Bağcıların kuytu bir sokağında elimde tesbihle beyin ölümümü yaşarken bulunmamın üzerinden yalnızca 5 gün geçti…

Ve bu yüzden belirli bir süre sizinle ayrı kalmak zorunda kaldım ama bu sürede yerinizi tamamen dolduracak bazı satın alınamaz şeylere de oldukça yakınlaştım. (eheheh aydınlanma ve film eksenli joke) (evet esprilerimi belirtmek için ayrı bir paranteze ihtiyaç duyacak kadar kötü satıyorum) (ve tabiki bu filmleri izlemedim) (kendimize olan saygımızı herkesin gözü önünde yine kaybettiğimize göre filmimize geçebiliriz)


Son zamanlarda benim için harika bir keyif diyebilirim film izlemek ve yazmak. İçimden ne geldiyse iyi ya da kötü belirli kalıplara sığınmadan fikirlerimi sevdiğim bir şey üzerinden paylaşmak bana gerçekten çok keyif veriyor. Bunun gibi keyif vermesini umduğum ama adeta camın başında pencereme mini mini bir kuş konmasını umarak beklediğim fakat asla gerçekleşmeyen öteki bir şey daha var. İçinde ana karakterlerin slow motion eşliğinde ağlayarak birbirine koşmadığı (tahmini ilk 20 dk ya da son 20 dk içerisinde yaşanır bunlar) koşsa da bunun ahahahahah !! (kötü bir adam kahkahası ile okuyun) yapımcının şöyle düşünmediği; siz kendi gururunuza yediremediğiniz için gündelik hayatta gocunduğunuz ağlama eylemini kapalı ışıklar altında gerçekleştirdikten sonra ortaya çıkan yıllardır toprağın altına gömülmüş duygularınızın esiri altında benim bu sonu başı edi budu ne olduğu belli olmayan filmimi BU BENİ AĞLATTI AND YOU HAVE ALL MY POWER CAPTAIN!! ahahah diye seveceğiniz için ben her baba anne kızım oğlum kelimesini ve yaşını almış bir karakterin uzaklara bakma sahnelerini senaryoda en az 200 den fazla kullanmalıyım.” gibi bir düşüncesi olmadığı bir türk filmi izlemek…Daha çok bu tarz düşünceyi cümlelere sığdırabilirim ama uzatmayacağım.


Son zamanlarda hangi platformda hangi yerli (film, diziyi) görsem ya da neye bir şans versem halkımızın neye kanacağını artık çok iyi çözümleyen platform sahipleri bu tarz dram (hatta bu duruma yeni bir soluk kazandıran türk draması gibi bir tabir çıktı neredeyse) işlerine öncelik veriyor ve bu durum gerçekten çok sıkıcı ve bunaltıcı.

Bunlardan kurtulmak amacıyla geçtiğimiz günlerde Mubi’ de online platformlar içerisinde ilk kez gösterimini yapan başrollerini Mücahit Koçak, Erdem Şenocak, Nezaket Erden’in paylaştığı ve Selman Nacar’ ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu İki Şafak Arasında’ yı izledim.

Film kısaca konu olarak bir tekstil fabrikasında yaralanan bir işçinin ailesinin yaşadıkları ve bu durumla karşılaşan fabrika sahiplerinin aldığı tutumu  ve bu iki tarafın iletişimini anlatıyor diyebiliriz.


Film hakkında bazı görüşüne inandığım insanlar çok sevdiğini söyledi ve şiddetle önerdiler.

Ve uzun zaman sonra sıkı bir türk draması izleyeceğim için de heyecanla filmi izledim.Şunu diyebilirim ki film beklentilerimin üzerine çıkmayı başardı ve izlemesi oldukça keyifliydi.

Beni biraz okuduysanız bütün yazdıklarımı değil bir yazımı bile okuduysanız filmleri bana aşık eden unsurun karakterlere olan içselleştirmenin sağlanabilmesi ve bununla beraber ortaya çıkan ve kurulan bu bağın verdiği zevk diyorum her zaman. İki Şafak Arasında gerek yönetmenlik ve gerek senaryonun geneli olsun bu içselleştirmeyi sağlayacak gözlem ve karakter gerçekliğini bize harika bir şekilde veriyor.

Bazı yerlerde çok göze batmayan senaryo ve tempo düşüşleri yaşasak da izlediğimiz her saniye filmin amacını ve bunu bize aktarımını çok net bir şekilde hissediyoruz.

Diğer bahsetmek istediğim unsur ise bunu çektiğiniz ilk filmde yapabilmek oldukça zor ve gerçekten umut verici bir durum olması.Çoğu insanın beklediği netlik ve gerçekliğin sinema ile harika harmonisini Selman Nacar ilk uzun metrajlı filminde bize aktarmayı başarıyor.

Bu durumla ilgili Mubi’de filmin bitiminden sonra izlenebilen söyleşisinde ise Selman Nacar şu cümleyi kuruyor; “Hikayeyi tasarlarken seyirci bu hikayeye tanıklık etmeli yani seyirci bu hikayeyi an ve an gözlemlemeli” bunun düşünülmesi ve buna göre çekimlerin planlanması filmi ayrı bir seviyeye çıkaran yegane bir unsur.


Şimdi filmin sevdiğim kısımları hakkında biraz konuşmak istiyorum. Öncelikle karakterlerin filmin konusu ile uyumu oldukça iyi yani diğer bir tabirle cast kısmı diyebilirim,oldukça başarılı.İzlerken kendinizi filmin geçtiği o bölgenin yani o atmosferin içerisinde gibi hissediyorsunuz. Özellikle iş ortamında geçen sahneler çok gerçekçi sanki bir fabrikaya ya da avukatlık bürosuna kamera yerleştirilmiş de biz onu izliyoruz gibi adeta.Bu saydığım başarılı yansıtma çok ince ve zor bir iş aslında çünkü içerisinde ince bir çizgi var tempoyu koruyarak bunu sağlamak ya da anlamsız konuşmalarla ve kötü oyunculuklarla üstüne tempoyu da aşağıya çekmek bu ikisi iki ayrı ve iki yakın uç bu tarz filmlerde.


Filmde kocasının yaralandığını öğrenen eşi haberi aldıktan sonra arabayla hastaneye götürülürken avukatla arasında hem hastaneye kadar süren yol sahnesi hemde hastane içerisinde ki sahneler çok başarılıydı.Yazarın ne düşündüğü ve bize kişiler üzerinden ne aktarmak istediği çok güzel bir şekilde alınıyordu.Bu sahnelerde avukatın takındığı, yaşadığı bunun gibi yüzlerce vaka sonrası kazandığı ya da direkt içinden yansıttığı empati kurmadan kadınla geçen konuşmalar kadının yaşadığı panik ve çaresizlik ama avukatın işi gereği yanındaymış gibi gözüküp takındığı kurumsal tavır ve bunun çerçevesinde hastanede geçen kadınla doktorun konuştuğu sahnede verilen perspektif kalemle yazıya dökemeyeceğim kadar başarılı ve dökmeye çalışmayı istemeden izleyenin gözüne çarpmasını istediğim bir kısım oldu.


Filmde en başarılı bulduğum ve oyunculuğuna belirli aralıklarda hayran kaldığım karakter ise avukat karakteri oldu.Kişilerin google üzerindeki fotoğrafları eski ve bazıları uyumsuz olduğu için karakteri oynayan kişinin ismini yanlış olmaması adına kullanamadım ve bunun için üzgünüm fakat gerçekten bürodaki sekreterle yaptığı konuşma, Kadir onu telefon konuşmasını bitirmek için beklerken ki doğal hareketleri,hastanede kocası yaralanan kadınla yaptığı konuşma gibi gibi her bir sahnesinde inanılmaz bir sakinlik ve kendisinden istenilen gerçekçi avukat rolünü çok doğal bir şekilde sundu bana ve kendisini çok başarılı bulduğumu belirtmek istiyorum. (doğru bulabildiysem Erdem Şenocak)



1-SORUMLULUK ALINIR MI YOKSA ATANIR MI? YA DA HER İKİSİ Mİ?



Filmin sonunda kazada ölen işçinin cezasını aile tarafından, sorumluluğun tam altında olmayan fakat ailedeki küçük ve diğerlerine göre bir nevi daha saf olan Kadir ‘in üzerine resmen bırakılmasını izliyoruz.Üstelik bu duruma kafa yorup iki taraf adına en uygun şekilde çözmek için uğraşan tek kendisiyken.Ayrıca kendisi sevdiği insana bu durumu söyleyip kendisi ile ülke dışına kaçmasını istediğinde bir darbe de oradan yiyip reddediliyor.

Ben bu durumu filmin ötesinde biraz konuşmak istedim.Hepimiz hayatımızda her gün ne olacağını bilmediğimiz binlerce güne uyanıp şu anki konumda bu yazıyı yazıyorum ya da siz bunu okuyorsunuz ve diğer günlerin de fikirleri farklı ama teması daima bu.(sakin olun hayatın ne çıkaracağı bilinmez tarzı rakı muhabbetine girmeyeceğim).Belki de demin dediğim gibi binlerce günü yaşıyoruz kuruyoruz ileriyi hedefliyoruz bu sadece biz tarafından değil etrafımızdaki herkes tarafından el ele kuruluyor fakat bir gün geliyor ama o gün de değil sadece saniye ya da dakikalar içerisinde tüm bu emekleri yeniden kurmanın çaresizliği ile başbaşa kalabiliyoruz.

Üstelik bu durum az yaşanan ve herkesin sayısıyla beraber önemi düşen bir kavram iken herkesin sayısı açısından yanıldığı ve uygulanış açısından gizlilik gerektirdiği için bilmediğimiz fakat çoğu ailenin yaşadığı bir durum.(evet şimdi bu herkesin duymaktan yorulduğu ve benimde hiç sevmediğim o cümleyi söyleyeceğim.) “Kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için.” Başkalarının hayatına devam edebilmesi için bazılarının hayatından birisinin önüne mermiyi yiyerek değil belki de ama bunu yaşadığı hayatın her anında hissederek yaşaması ve kendini büründüğü kalıba yol açan bölgeden yok etmesi de kuşlar,böcekler,su hava gibi hayatın bir parçası sanırım.

Film bu acımasızlığı ve bu hayatın bir parçası olan konu bağlamında kişinin nelerden vazgeçtiğini yansıtmak açısından harika bir örnek sunuyor bize.




2- HİÇBİR ŞEY MÜKEMMEL DEĞİLDİR 


“İki Şafak Arasında” sinemanın gerçekçi ve bir o kadar gözlemle büyüyebilen yönünü sevenler için bir çok güzel şey vaad eden bir film.Doğduğumuzdan beri filmler diziler konusunda önümüze sunulan piyasa işlerinin çoğunluğunda her şeyin ve düşünülen her kurgunun mükemmel olması gerektiği sadece film dizilerde de değil ilkokullarda bile hayatımıza giren ilk öğretici tarafından hepimize bastırılan bir kavram.Fakat büyüdükçe anlıyoruz ki hayat böyle değil filmlerde bir karakter istediği bir amacı yerine getirmeyebilir bu filmlerde normal ve sık rastlanılan bir durum fakat gündelik hayatta başına gelen ufak tefek aksamaları (bir adam sandler komedi filminde ayağını yatak tarzı yerlere çarpması hariç) filmde bize sunmayı düşünen çok az film var. Bu durumun gerekliliği konusunda herkesin görüşüne saygı duysam da bunu düşünüp bize yansıtmak yukarıda anlattığım o içselleştirme sağlamak açısından harika ve benim sevdiğim bir yöntem. Örneğin filmde arabada hastaneye giderlerken avukatın yaralanan adamın oğluna uzattığı şekeri verirken arabada ön koltukta sürücünün yanında oturduğu ve arkayı görmediği için çocuğun da çekingenliği ile şekeri eline alamayarak yere düşürmesi herkesin hayatında yüzlerce kez yaşadığı fakat ne şans ki filmlerde asla rastlamadığımız bir durum (gerçi bazı filmlerde araba ile binadan binaya da giriliyordu üstelik bilim kurgu fln çatısı altında da değil he bu açıdan düşündüğümüz…).Bu sahne hariç Kadir’in sevdiği kızın ailesi ile tanışma sahnesinde kızın babasının sazını alırken vurması ve bu duruma tepki vermesi.Bunlar filmde sevdiğim diğer hoş detaylardandı.


İki Şafak Arasında gerek yönetmenliği gerek istediğini gerçekçi bir dille net bir şekilde aktarabilmesi ve yeterli oyunculuklarla türk dramasına  klişelerden uzak herkese adeta “oh” çektirecek güzellikte bir hissiyatla nefes aldırıyor.


Bu filme elimde duran kıymetli 5 patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa…

3 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim.


Yorumlar

Popüler Yayınlar