Döndürülemeyecek geçmişe çatışma dolu bir bakış . "Can you strıp ıt lıke a snake ?".
Evet, yazımın ilk paragrafı için alakasız bir kolbastı tespit paragrafı ile başlama fikrimi (herkesin ve Dan Brown’un geçen günlerde açıkladığı Da Vinci'nin Şifresi’ ne inspiration olan Sümelanın Şifresi Temel’ in de onaylayacağı üzere) erteleyerek karşınıza çıkmış bulunmaktayım.
Dün uzun zamandır izlemek istediğim Olivia Colman’ ın ( Peep Show’dan beri çok seviyorum bu gülüşü bir ömür olan tatlı dişlek ustayı) başrolünde olduğu Dakota Johnson (sesinin huzur seviyesi beni çok şaşırtıyor) Jessie Buckley ve Paul Mascal ‘ın (Zoomlarda karşılıklı uyuma eylemini kazandırma sonrası premium zoom alma talebini artıran bir isimdir kendisi) yan rolleri paylaştığı Dark Night’dan tanıdığımız oyuncu Maggie Gyllenhaal’ın ilk kez yönetmenlik koltuğunda oturduğu (hala oturuyormuş eheh) The Lost Daughter’ ı izledim.
Film Yunanistan’a tek başına tatile giden tarih öğretmeni Leda’nın (Olivia Colman) gittiği tatil köyünde onlarla aynı civarlarda ve sahili kullanan bir ailenin yapısı ile kendi geçmişi üzerinden çıktığı çatışmalı yolculuğunu anlatıyor.(İlk kez bu kadar kısa ve öz oldu)
The Lost Daughter kendi yarattığı çatışmalı,gergin ama bir o kadar gerçeklerle örtülmüş hikayesi ve iyi yönetmenliği ile sizi filmin içine hızlı bir şekilde çekiyor.(Bir ara Olivia Colman’ ın (Leda) sahilde gözlem yaptığı sahnelerde kendimi onun daha iyi gözlem yapması için bir şezlong ararken buldum).Film belirli bir yaşa gelmiş ya da olgunluğa erişme aşamasında olan insanların hayatında yalnızca bir sahil kenarında değil okulda,kafede,sokakta her yerde gözlemlediği gerçeklerle temellendirilmiş karakterlere sahip.(bir sahilde ağzına telefon sokacağınız bir dayı kadar gerçek dostlarım) Ve bu özelliğini hiç bozmadan filmin sonuna kadar karakterlerin bütünlüğünü ile koruyabilmesi filmi güzelleştiren bir diğer husus.Bu saydıklarıma eklenen yerinde ve iyi oyunculuklar ise filmi harika bir seviyeye çıkarıyor.Özellikle Olivia Colman… bir oyuncu filmin her saniyesine kendi duygu durumunu nasıl böylesine net bir şekilde kazıyabilir? Gerçekten büyük bir hayranıyım. Bu sene izlediğim aktris performanslarında ise Jessica Chastain,Nicole Kidman ve kendisini herkesten bir adım öne koyuyorum (hatta daha iyi olduğunu söyleyebilirim ama bu 3lüden kim alırsa şaşırmam).
Filmin biraz daha derinlerine inecek olursak.Film kendini yaşlandığını düşünen ve bu duruma duyduğu üzüntüyü gün geçtikçe daha da hisseden bir kadının (gerekirse simit yiyeceğiz demesiyle başlıyor) (politik şakaları babamın beynime bağladığı halk tv dalgalarına maruz kalmayıp kesmeliyim) sahildeki genç güzel bir fiziğe ve bir çocuğa sahip olan Nina’yı incelemesi ile şekillenmeye başlıyor. Kadın bu inceleme sırasında kendi geçmişine bir yolculukta bulunarak bir kaygı yükselmesi yaşıyor ve oradaki çalışan bir çocuktan (Will) su isteyerek orayı bir süre terk ediyor.Daha sonra sahildeki durumları gözlemlemeye devam ediyoruz ve bu sırada tekne ile genç kadının (Nina) zengin kocasının geldiği anlaşılıyor.Leda bu durumu kıskanarak izlemeye devam ediyor bu durumla psikolojisini sinirlenerek bir dışavurum yaşıyor.Bu psikoloji ile bağlantılı olarak aileden birisi şezlongu değiştirmesini çünkü eğer diğer şezlonga geçerse ailecek beraber oturabileceklerini söylediğinde izin vermiyor ve yerini değiştirmiyor sanki tüm bu kıskançlıkların dışa vurumu olarak gözlemlediği ailenin keyfine bir ekleme yapmak istemeyerek bir nevi öç alıyor Leda. Bu sahne ki çok önemli bir sahne olmayabilir filmi izleyen çoğu kişi için ama anlatmak istediğim bu sahne karakterlerin gerçek hayatla temelini bize sunan bir unsur.
Ben kendi adıma konuşacak olursam çocukluğumdan beri yazın sahillerdeki insanları gözlemleyen bir çocuk olarak büyüdüm ve filmde anlatılan bu durum o kadar gerçek ki.Sahil kenarları birden çok ailenin yapısını en açıkça gözlemleyebileceğiz büyülü bir yer ve bu durum çocuklu aileler için daha da açık olabiliyor. Çünkü çocuğa kimin hangi açıdan yaklaştığı, çocuğun nasıl tepkiler verdiği ve herkes için mutlu huzurlu sayılacak bir ortam olan tatil kavramını kimin aile yapısı içinde nasıl bir duygu içerisinde geçirdiğini gösteren bir konum.
Sahil kenarlarında tek başına tatil yapan oranın yerlisi ya da yazlığını kullanan yaşını biraz almış bir kadın ya da erkek vardır ve o kişi daima yalnız kalmak ister doğal hakkı olarak bir tatil yapmak ister ama zamanla etraftakilerin mutluluğu, kendini sorgulamaya doğru iter ve diğerlerinin mutluluğunu ne kadar istemeyecek bir insan olmasa da yaşadığı ve hayatında bulunduğu bu konumla en ufak bir mutluluk bile ona fazla gelir.
Çünkü her ne kadar kendisi ile olmaktan rahatsız olmasada ve bu yolu seçmiş olsa da kendisi ile çatışma içerisindedir.Ve bu durumla bağlantılı olgunluğunun getirisi olarak da bu kıskançlığı sürdürmeye devam etse de kendi bir öz eleştiri yaparak bir daha bu durumu tekrarlamamaya çabalar üstelik bu dışarıdan anlaşılacak bir çabadır. Çünkü yaptığının dışarıdakiler tarafından anlaşılacak bir tarafı yoktur.
Filmde bu son saydığım unsurlarla bağlantılı olarak Leda daha sonra aile üyelerinden özür diliyor,ailenin sahilde kaybolan çocuğu bularak kendisi getiriyor ve onlarla bir derdinin olmadığını vurgulamaya çalışıyor.
1-KARİYER,AŞK VE GENÇLİĞİ YAŞAMA İSTEĞİNİN GÖLGESİNDEKİ EBEVEYNLİK
Hayatımızda genellikle emin olmadan aldığımız bir sürü karar vardır .Bu kararlar yeri geldiği zaman çok önemsiz olsalar da bazıları ise düşünülmesi ve karar verilmesi zor olanlardır.(bu cümleyi kurmak ve amaçsızca parantez içerisine almam gibi).Emin olmak gerekebilir ama kişi bu eminliği tam sağlamayıp emin olduğunu düşünerek bu kararı alabilir.The Lost Daughter bu ikilem arasında kalmış bir kadının hikayesini ele alıyor.Leda çocuk sahibi olmaya heveslenen fakat buna idealleri ve hayat bakışı olarak hazır olmayan bir kadın ve bu durumun onu kızları ile olan ilişkisinde nasıl kızdırdığını ve onları nasıl kontrol edemediğini bir nevi ilişki kuramadığını gözlemliyoruz.
Leda tarih profesörü olarak ideallerini geleceğini evde çocuklarıyla geçirdiği zamana tercih eden bir karakter (yani meral akşener eheheh) (upsi…halk tv dalgaları…) .Bununla bağlantılı olarak filmde bir konferans için şehir dışına çağrıldığı haberini aldığında çocuklarına sevinçle sarılması film boyunca kızlarına belki de en içten yaklaştığı andı ama bu sevincin sebebi akademik kariyeri doğrultusunda evden uzaklaşabilmesiydi.Bu çatışma film içerisinde hep devam ediyor.
Film boyunca çocuklarının akademik kariyerini aşağıya çektiğini düşünen Leda’nın çocuklarıyla sürekli ikili bir iletişimden kaçınarak onlar için bir iş yaparken bile bunu tam olarak istemeyerek yaptığını gözlemliyoruz.Sürekli bir şeyler okuyarak çalışması kızlarını dinlememesi,kızlarını parka götürdüğü bir gün kızlar ona birşeyler göstermeye çalışırken onlarla ilgilenmeyip latince telefon sextingini tercih etmesi,kocası ile iyi gitmeyen cinsel hayatını anlık olarak yaptığı mastürbasyonla hissetmeye çalışırken kızlarının ona dokunarak bu durumu bölmesi (bu kendine ait bir anı olmadığının göstergesiydi).Daha sonrasında gittiği konferansta kocasını aldatması ve ardından eve 3 yıl geri dönmemesi.Döndüğü zaman da kocasının yalvarışlarına ve kızlarının nereye gittiğini sorulmasına rağmen kapıyı çarpıp tekrar bu ortama girmek istememesi.Bu gibi detaylar Leda’nın aslında hiç hazır olmadığı bir aile yapısı içerisine girdiğinin en büyük kanıtı oluyor filmde.
2- BİR ÇOCUĞUN EN SEVDİĞİ OYUNCAK BEBEĞİNİ KAÇIRAN BİR KADIN
Filmde konuşmak istediğim bir durum daha var ve bu aslında filmin en güzel ve simgelendirilmiş tarafı.Sahilde oturduğu zaman boyunca ve tatil boyunca geçmişi ile Leda’nın yaşadığı çatışmayı gözlemliyoruz filmin zaten ana konusu da bu. O zaman için en doğrusunu yaptığını düşünerek alsa da bu tavırları Nina ve ailesinin küçük kıza karşı olan davranışlarını direkt kendisi ile ilişkilendirip bu durum üzerinden bazı şeyleri yanlış yaptığını ve başkalarının yapmaması için tedirgin bir ruh halinde izliyoruz (Olivia Colman) Leda’ yı.
Bu düşünce ile bağlantılı bir sahnede Nina kocasıyla tartışırken Nina’nın kızı bütün olanları izliyor ve bu durumu dışarıdan Leda gözlemliyor.Belirli bir süre sonra bu duruma karşı bir refleks edinmiş olan küçük kız oyuncak bebeği ısırmaya başlıyor.Yani verilmeyecek bir tepkiyi veriyor ve bu durum Leda’yı rahatsız ediyor.Hemen sonraki sahnede ise Leda kızın kaybolduğu anda oyuncak bebeği çalıyor.Oyuncak bebeğe yeni kıyafetler alıyor oyuncakçıdan ve sürekli bebekle yaşadığı mücadele ile izliyoruz Leda’ yı. Tüm bu durumların ana sebebi ise Leda bu küçük kızın bir refleks olarak kullandığı bebekte çocuklarına yaşatamadığı olması gereken güzel çocukluk anılarının bir sembolü olarak görüyor ve onu sıkıca sarmalıyor onunla ilgileniyor ama aynı zamanda da bu durumla hala başa çıkamadığı ve nefret ettiği için bebekle mücadele etmeye devam ediyor bazı sahnelerde.Bu tatlı ve hoş simgelendirilmiş durum filmin en etkileyici yapılarından birisi olduğunu düşünüyorum.
Filmin son sahnesinde ise Olivia Colman sahneyi yine bambaşka bir seviyeye taşıyarak The Lost Daughter’ ın duygusal olarak en yoğun ve bir o kadar hikaye ile anlamı yüksek olan bir son sunuyor.Bu sahne hayal kırıklıklarını,yaşadığı anların gururunu,keşkelerini,iletişimsizliği ,yalnızlığı ve daha bir çok kavramı bir arada veriyor bize. Ayrıca filmlerde herkes gibi dans sahnelerine bayılan birisi olarak (bkz. Osman aga romeo ile 1 saat dans ediyor,epiktir…) Olivia Colman’ın Bon Jovi Livin on a Prayer ile dans ettiği sahne ise çok çok keyifliydi.
Filmin olumsuz olarak bir nebze sayabileceğimiz tarafı ise (şimdi ben sinefil flnım ya olumsuz olanı da yüce gönüllülük ile söylemeliyim çünkü biz sinefiller her duruma çift açı…) Leda ile Nina’nın ailesi ile geçen sık ve normalden fazla sorgulu konuşmalar diyebilirim. Senarist Leda ile Nina’nın ailesini bir araya getirmeye çalışmış ki filmin yapısı için gerekli bir durum bu ama söz konusu birbirini tanımayan iki aile için biraz daha samimiyetin dozunun kaçtığını düşündürdü bende bu durum ve neden tanımadığım birisiyle bu kadar sorgulayarak bir çatışma içerisine gireyim ki diye düşündüm ama bu çok ama çok detaylı ve ufak bir durum.Ve filmin karakterlerinin gerçekliğine ve temeline hasar sağlayacak bir durum asla değil.
Sonuç olarak bu filme elimde bulunan 5 kıymetli patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa
3 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim.
Yorumlar
Yorum Gönder