Diyalogların kendine özgün dil oluşturabildiği bir kişisel gösteri. "I wıll remınd you everythıng."



Genellikle hayatımızın akıp geçtiği ve kendince dolaştığı her bir ekseni boyunca duyduğumuz en sık kelimelerden birisi olan “Hikaye, hikayen ,hikayemiz…” kavramları bu kadar soyut olup da bir o kadar somut olabilen kavramlar arasına kendini güzelce konumlayan bir kavram bence (sakin olun hayatımız…ah ah…herkesin bir hikayesi var başrolünde ise hep ama hep kahpeler var!! felana bağlamıcam ama) (şimdi bu efkarlı cümlenin konuşulduğu bir ortamı canlandırın gözünüzde…evet canlandırdınız mı… bekliyorum… ben oradaki sonu gelen ama kimsenin farkında olmadığı sigaranın dumanıyım ve sizinle beraber bu gereksiz hayali terk ediyorum…)

Ve bu kavram her kulvarda kendini konumlandırdığı temelin ve gücünün sağlamlığı ile sinema için de olmazsa olmazlardan. Her şeyden önce aslında bir filmin de kendine yer bulması için önemli bir parça hikayeler ve adeta bir büyücünün elindeki en önemli büyüsü bir senarist için.Tam bu saydıklarım bağlamında C’mon C’mon ise sinemanın akıp giden büyülü hikayelerini tam bir olay örgüsü ışığında değil ama kendi içinde 4 ayrı kişi ile kişisel fakat bağlantılı bilinç akışları ile yaratabilen çok özel bir film.

                                 “I am losing one who never understood me.”


C’mon C’mon hepimizin Gladiator,Her,Joker gibi filmlerden tanıdığı Joaquin Phoenix (kendisi diğer 995 aktörde dediğim gibi babamdır) ve filmde oldukça tatlı bir oyunculuk sergileyen 12 yaşındaki Woody Norman ‘ın başrollerinde olduğu Mike Mills’in ise yönetmenlik koltuğunda oturduğu (hala oturuyormuş eheh) annesinin boşandığı babasının taşındığı yeni evine yardım etmek için gittiği 1 hafta boyunca kendisine bakmak isteyen dayısı ile yaşadığı ikili ilişkiyi ve aralarında geçen süreyi anlatan bir film.

               "I couldn't tell him I wanted to be with Louisa and I turned it into a joke.”


Öncelikle filmi çok beğendiğimi söylemek istiyorum.Senaryo, oyunculuklar (Joaquin Phonenix nasıl her konsepte bu kadar başarılı olabilirsin be adam), yönetmenlik,anlatılmaya çalışılan her şeyin ilk saniyeden son saniyeye kadar her saniye daha da iyi bir şekilde anlatılması ve hissettirilmesi benim bir filmde aradığım bazı temel aktarım unsurlardan ve C’mon C’mon bunu harika bir şekilde yapıyor. Her yazdığım yazıda filmin hissiyatını ve amacının bende anlayabileceğim ve hissedebileceğim tonda şekil bulmasının beni sinemaya aşık eden başlıca şey olduğunu söylüyorum ve bunu seyirciye verebilmek için gereken bir diğer şey ise karakterlerin yapısını ve her bir detayını belirleyen diyaloglar. Ve açıkçası benim filmin en sevdiğim özelliği diyalogların netliği ve güzelliğini oldu.Yani o kadar güzel cümleler ve o kadar başka bir yaşın (büyük ya da küçük) gözünden bakmamız gereken cümleler vardı ki özellikle Johnny (Joaquin Phoenix) ve Jesse’nin (Woody Norman) her bir sahnesinden aşırı keyif aldım.Jesse ve Johnny Los Angeles, New York, New Orleans sokaklarında bizimle beraber güzel çekimlerle dolaşıp konuşurlarken Johnny’nin işi gereği yaptığı röportajlar ve çocukların verdikleri cevapların dürüstlüğü ve bakış açılarının güzelliği filmin keyfini katlamasında büyük bir rol oynuyor.




                          “I feel a problem with everything that happens.”


Film size izlediğiniz her bir saniye aile içerisinde yaşanan bir durumun her bir kişiyi nasıl etkilediğini kimin hangi açıdan baktığını ve neler hissettiğini çok açık bir şekilde anlatıyor.

Filmde Jesse’ nin annesinin (Viv) boşandığı eşine yardıma gitmesinin sebebi eşinin yaşadığı psikolojik bir rahatsızlık olan paranoya ve ayrıca boşanmalarının sebebi de bu. Jesse ve Viv geçmişte bu durum yüzünden çok zor zamanlar geçirse de Viv eski kocasını oğluna olan sorumluluğu için kötü bir durumda bırakamıyor. Hiç çocuğu olmayan ama çocuklar ile röportajlar yapan ve iyi bir kimyası olan Johnny ise yeğeni ile bu durum dolayısıyla vakit geçirmek istiyor ve geçirdiği her bir saniye bundan keyif alıyor.Oldukça olgun bir çocuk olan Jesse ise her şeyin farkında olarak babasından bir süredir yoksunluğunu yaşadığı bu babalık hissiyatını dayısı olan Johnny’den alıyor (hatta başında filmin sana ne dememi istersin baba mı tarzı bir konuşma da var) ve Johnny’nin dünyasını annesinin geçirdiği kaygı ve stres dolu dünyadan ayrı beyaz bir dünya olarak görüyor.



1-ÇOCUKLARIN UMURSAMAZ DÜRÜSTLÜĞÜ VE YETİŞKİNLERİN OLUŞAN KİMLİKLERİNİN TIKANMASI




Filmin işleyen örgüsünde Jesse’ nin dayısı Johnny’e bolca hayat ve ilişkileri üzerine sorduğu soruları (Johnny’ de bolca Jesse’ e düşündükleri hakkında sorular soruyor) ve durumu anlamaya çalışmasını görüyoruz bu durum filmde onlarca kez yaşanıyor. Ben ise filmin başlarında işlenen bir sahneyi konuşmak istiyorum. Johnny Jesse’nin uykuya dalması için ona kitap okurken Jesse’nin bir anda sorduğu “Neden evli değilsin?” sorusu ile kısa bir duraklama sonrası biraz kelimeler ile ciddileştirmeden uyumlu olamadıkları anlamı çıkarabileceğimiz bir cevap veriyor.Ardında Jesse direkt “Onu çok sevdin m?” diye soruyor.Johnny’in kendinden emin olarak “Hala seviyorum.” demesi üzerine Jesse “Neden o zaman ayrıldınız?” diyor.Ve Johnny sadece “Bilmiyorum.”diyerek kitabı okumaya devam ediyor.

Aslında bu diyalogdan çıkarabileceğimiz üzere hepimiz ikili ilişkilerimizi belirli duygu altyapıları ile kurarak yaşıyoruz ve bazen bu güçlü duyguları filmin vurguladığı belki de en önemli konu olan ifade etmek eylemi ile ifade edemiyoruz bu ise o kişi istediğimiz kişi ya da herhangi bir konu bile olsa hayatımızda ilerleyemeyen bir uyumsuzluk olarak geri dönebiliyor.Elbette bazı ilişkiler bundan da besleniyor ve ilerliyor onları içine katmıyorum o ayrı tuhaf olan bir konu. Doğuyoruz, öğreniyoruz, konuşuyoruz, büyüyoruz, ürüyoruz aklınıza gelebilecek her eylemi yapabiliyoruz ama aklımıza gelen herhangi bir konuda kendimizi istediğimiz gibi ifade etmeyi ise çok az becerebiliyoruz.Bu eylemi sadece kimliklerimiz oluşmadan önceki çocukluk döneminde yapmaya en fazla yaklaşıyoruz o zaman da ise bize ifade etme eylemimizi elimizden alan bu yapıyı ve dünyayı anlayabilmek için.




2- DOLULUKTAN KAPISI AÇILMAYAN ESKİ BİR ODA MI ? YOKSA İÇİNİ  TASARLAYABİLECEĞİNİZ YENİ BOŞ BİR ODA MI ?



Filmde Johnny ve Jesse’nin başbaşa kalmasını sağlayan sebep annesinin babasının taşındığı evinde psikolojik bir rahatsızlık olan paranoya semptomlarının ağırlık göstermesi ve bunun sonucunda hastaneye yattığı süre boyunca bir süre daha eski kocasının yanında kalması.

Bu durum psikolojik bir rahatsızlık değil normal bir hastalıkta olsaydı çocuğun gözünden konu bir ebeveyninin hayatındaki varlığının eksilmesine vardığında geride kalan Johnny ve Viv ‘in söz konusu işi, bir çocuğa verilecek cevapların zorluğunun kendisi yetmiyormuş gibi bu durumla 2 katına çıkabiliyor.

Bu öyle hassas bir durum ki karşınızdaki çocuğa olabildiğince dürüst olduğunuzda bu sizden bazı sıkıntılı şeyleri o anlık çıkarıp çocuğun istediği gerçek ona dürüstçe söylenmiş olsa da daha sonrasında başka bir sorun olarak o an ya da sonrası için geri dönebiliyor (ki bazı travmaları içine katabiliriz dersem daha somutlaşabilir).Filmde Jesse’nin annesi ile uzaktan yaptığı her telefon konuşması ya da bazen dayısı Johnny ile olan anlaşmazlıklarından sonraki sürekli söylediği “İyiyim ben.” cevabı aslında farkında olduğu tüm bu karışık aile yapısı içerisinde kendisini zapt edebilme ve etkilenmediğini belli etme isteğinden kaynaklanıyor.Bir çocuk için babasının eskisi gibi olamayacağını düşünmesi ve baba hissiyatının yokluğu ile başa çıkmaya çalışırken annesinin yanında olmaması ve üstüne sığınacağı son nokta olan evinden (tanıdığı alandan) uzakta bir yerde olması ve tüm bu duyguları zap etmek zorunda hissetmesi oldukça stresli ve kaygı dolu zor bir durum. Kendisi için olduğu kadar annesi için ise çok daha fazla zor olan ve kişinin istediği yaşamı sürememesine neden olan unsur. Bu duruma bir çark örneği ile biraz özetlemek istersem şöyle diyebilirim:

”Eğer 3 çarktan birisi bozulursa bunu hissedebilen diğer çark 2 çarklık dönmek zorundadır üstelik diğer çarkın haberi olmadan.” 

Bu durumun farkında olan Johny ise filmin sonunda Jesse’den bu sürekli söylediği “İyiyim ben.” yanıtını vermeyi bırakmasını ve gerektiğinde iyi olmadığını söylemesini hatta bağırmasını; iyi olmamasının normal bir his olduğunu vurgulayarak ona biraz yaşadığı duyguları içinde saklamaması gerektiğini söylüyor. Jesse biraz inatlaşsa da sonunda içini dökebiliyor ve ikili bu durumu kabullenerek karşılıklı bağrışıyor . (ve filmdeki en güzel sahneydi bence).


C’mon C’mon hissettirdikleri, diyalogları, sinematografisi ,oyunculukları ve kendisini özel yapan her bir detayıyla izleyenlere keyifli ,kendinizi içine kolaylıkla kaptırabileceğiniz özel bir ilişkinin ev sahipliğinde tatlı bir dünya sunuyor.


Bu filme elimde duran kıymetli 5 patlamış mısırın kaç tanesini vereceğim sorulursa…


(çok yaratıcıyım dimi) (hayır sadece açsın ve kendinle konuşuyorsun)


4 tanesini verebilecek kadar sevdim diyebilirim





 

Yorumlar

Popüler Yayınlar