Aşk, çaresizlik ve onuru birleştirme gücüne sahip olan taşınılabilir bir ev... I AM HOME.

Gece yarısı uyumak ya da boş zaman tüketmek arasında kaldığımda genellikle kendimi aklıma asla gelmeyen çünkü aklımda hep varlığını hissettiren ve alacağım kararın ne olduğunu ben istesem de istemesem de daima bana gösteren "Ben en iyisi bir film açayım ya." düşüncesi ile buluyorum bu durum son zamanlarda beni şaşırtmaya başladı ama aynı zamanda da yıllardır hatta doğumumda kulağıma ünlü metod oyuncusu Akasya Durağı Sinan (Levent Ülgen) (hayır neyi oynadığı değil ismi parantez içerisinde çünkü adını kimse bilmiyor ve bu da 2.parantezim çünkü boktan bir dersin ayrı boktan bir  münazara konusunda herhangi bir rapor yazmıyorum burası benim alanım) tarafından fısıldanan türk dünyasının öncül sinefili olma yolunda  önceden izleme listeme attığım ve geçen senenin izlenebilir filmlerinden "The Trial of Chicago" nun yönetmeni Aaron Sorkin' in “Being The Ricardos” unu izledim.

Dürüst olmam gerekirse No Country For Old Man’ den sonra Javier Bardem’in Latin bir Kenan İmirzalıoğlu (bu soyadın bu kadar zor yazıldığını gerçekten bilmiyordum sık sık bölücem sizi böyle) olduğu hakkında görüşlerim netleşmesi ile beraber uzun zaman sonra ilk kez kendisini izleyebildim.Kendisi, çok sevdiğim ve (bu kadını sevdiğimi gerçekten şurdan anlayabilirsiniz) en son The Undoing dizisinde izleyebildiğim Nicole Kidman ile gerçekten harika bir performans çıkarmışlar.Film konusuna girmeden önce bu ikilinin yer yer duraksayan ve izleyiciye bol bol saat baktırma şansı tanıyan bu filmi ayakta tutan en önemli sebep olduğunu söylemem de bir sakınca yok (hala akademik düşünüyorum…).Diğer kendisini 955 aktör gibi babam olarak gördüğüm J.K Simmons ise bu filmde bir yan role sahip.Simmons abimiz ilerleyen yaşı ile beraber filmin içinde bulunan I LOVE LUCY dizisindeki rolü olan huysuz yaşlı tiplemesini bize çok tatlı bir şekilde veriyor.(Hayır kesinlikle türk komedi filmlerindeki yaşlı erekte olamayan azgın dede tiplemesi ile alakası yok.)


Şimdi biraz daha az parantez (ve) film hakkında konuşma vakti !! I LOVE LUCY adında 1951 tarihinde ilk bölümü Amerika’da yayınlanan (ki ülkemizde ilk reklamlı yayının başlaması 1968 yılında gerçekleşiyor) ve günlük 15 milyon kişinin izlediği bir dizinin sevilen başrol oyuncusu Lucille Ball’ un 20 yıl önce Komünizmi desteklemesi (ki asla öyle ciddi bişey değil ve geçmiş ile yargılamak he? tanıdık geldi mi size coğrafyanızdan fln filan) hakkında işaretlediği bir belgenin ortaya çıkması ve bu konu sonuçlanana kadar geçen 1 hafta içerisindeki olayları kapsıyor.Filmin gidişatı ile ilgili kısa bir yorum yapacak olursam eski filmleri şuanki filmlerden daha çok seven birisi olarak konuya oldukça heyecanlanmama rağmen filmin işleniş şeklini ne yazık ki beğenemedim. Dostlarım, film ilk 20 dakika boyunca sizi içine çekme konusunda oldukça zorluyor.Eminim bu diziden daha önce haberi olan ve bu insanları tanıyan yaşını almış insanlar direkt adapte olabilmişlerdir (baba anne size sesleniyorum) ama bu konuda bilgisi olmayan birisi olarak olaylara odaklanmakta biraz zorluk çektiğimi söyleyebilirim (elbette senarist bunu bilerek yapmış ama ana konunun başta işlendiği ve sık flashback olan filmleri konunun bölük pörçük edilmesinden dolayı sevemiyorum.) Karakterlere ve konunun gidişatına alıştıktan sonra Nicole Kidman ve Javier Bardem sizi filmin sonuna kadar (senaristler sizi öldürmeye çalışsa da) bir şekilde götürmeyi başarıyor ve filmin son 30 dakikasına bizi hazırlıyor ki filmde en sevdiğim kısım kesinlikle bu kısım oldu.Being The Ricardos benim için son 30 dakikada hissettirdiklerini tüm filme ne yazık ki dağınıklığı ve temposu ile yansıtamayan ama işlediği ve vurguladığı bazı konularla bizi yeri geldiğinde gülümseten ve oyunculuğun ne kadar özel ve değerli bir şey olduğunu bize hatırlatan tatlı bir dönem filmi diyebilirim.

Filmde hoşuma giden ve beni düşündüren 2 konu hakkında filmle bağı koparmadan biraz konuşmak istiyorum.(istediğim sinefil cümlesini sonunda kurabildim ayrıca getirde promosyon var haberiniz olsu jelibon felan seçtim yiyorum yazarken güzel gidiyo bu arada )


1- Aşkın bağlayıcılığı ve aynı zamanda silinebilirliği “I AM HOME LUCY…”



Kendimce izleyebildiğim filmlerde karakterin beni gerçeklerle örtülmüş içtenliği ile içine çekmesi ve bana hissetmediğim ya da yaşamadığım duyguları anlık bile olsa hissettirmesi beni filmlere aşık eden unsur diyebilirim. Being The Ricardos bunu bana filmin tümüne yansıtmadan ama son kısımda bunu güzelce hissettiren bir yapım oldu benim için.

Şimdi bir anlık bu yazıyı okuduğunuz aygıtınız her neyse onu bir yere bırakıp  o aygıttan uzaklaşmanızı ve gözlerinizi kapatmanızı istiyorum çünkü böyle bir şey yaparsanız tabiki yazdığım diğer şeyleri okuyamazsınız… böyle aptal saptal hareketlerime bir daha lütfen kanmayın ve içine sıçtığım odağınızı tekrar bana verin. 

Ve şimdi (gerçekten) bir anlık da olsa kendinizi sevdiğiniz herhangi bir insanla düşünün sevgiliniz, aileden birisi ya da arkadaşınız her kimse.Bu insanı sadece işiniz gereği fazla görebildiğinizi işte çok uzun zamanlar geçirebildiğinizi ama her zaman o insanla bir ev hayatı hayali kurduğunuzu buna asla sahip olamayacağınızı çünkü karşınızdaki insanın her şeyden çabuk sıkılabildiğini düşünün.Ayrıca bu karşınızdaki insan işten kalan boş zamanlarda sizinle değil -kendisi size zaman ayırdığını söylese de- arkadaşlarla takılmaya gidiyorum gibi cümlelerle evde olmadığını (ki filmde evle ilgili sahne sadece filmin başında var bu detay da çok hoş) ve bunlarla bütün olarak, sizin sevdiğiniz bu kişi ile tek mutlu ve birlikte olduğunuz yer olan işinizde bu durumu kaybetmemek için bütün detaylarıyla  gece yarısı bile çalıştığınızı düşünün.Film bu hissiyatı 2 saatlik süresi içerisinde sadece son 30 dakikada hissettiriyor dostlarım. Ben bu kadar çok hissi saklaması ve sonunda gerçekçi bir şekilde bize verilmesini çok sevdim.Hatta çoğu zaman bu durumla baş başa kalan karakterimiz Lucy’i setteki insanlara dizinin komik olması ile ilgili laf atması, sinirlendirmesi ve mükemmeliyetçiliği ile izliyoruz ve bunu sanatçı kaprisi gibi kötü bir özellik olarak algılıyoruz. 

Ve filmin son sahnesinde Desi (kocası) Lucy’nin komünist olmadığı hakkında seyircilere yaptığı konuşma sonrası seyircilerin Lucy’i alkışlamasının ve bu konuda aklanmasının ardından (dizi bu sebeple bitiyordu bu arada orada 60lar falan he bunlar olurken… neydi darbe olduğunda 50 yıl geriye mi gidiliyordu 50+50=0 olmadı ki zaten darbe falan önlemedik mi ya) bunu umursamayarak sorduğu sorularla Desi’nin onu aldattığını öğreniyor ve filmin son ama en güzel sahnesi burada başlıyor.

Lucy’nin gece yarılarına kadar her bir detayına önem verdiği çiçeğin kesilip kesilmemesi ile ilgili şaka barındıran sahne oynanmaya başlanıyor Lucy gözyaşlarını siliyor ve sahnenin başında çiçek şakasını yapıtıktan ve seyircilerin gülüşünün ardından Desi evin kapısında beliriyor ve Lucy’nin arkasından sesleniyor. “I am home…” 

Ve Lucy seyirci karşısında oyunculuk hayatı boyunca ilk defa repliğini bu sözlerden sonra unutuyor.



Lucy’nin ertesi gün boşanma davası açtığını sahnenin ve filmin bitişi ile öğreniyoruz…



2- TELEVİZYONDA HAMİLE KADIN OLAMAZ !

İçinde bulunduğumuz her konuda olduğu gibi durumlar ve kavramları doğru bir şekile sokmamız hayatımızda belirli bir süre kapsıyor ki bazılarına verdiğimiz süre hiç bitmiyor ve şekillendiremiyoruz. Film sektörü de bu şekili kapsadığı süre içerisinde oldukça geliştirebilse de kimi toplumlarda hala bu konuda ek bir süre ihtiyacı maalesef ki var.(tabiki Ayla’nın yapımcısı sayesinde aşacağız tüm bu eşikleri)

Bu durumda Hollywood tarafından 1927 ‘de yapımcılara yayınlanan “Yapılmaması Gerekenler Dikkatli Olun” bildirgesinde yer alan (ve şimdi bu bildirge yayınlansa BAKIN!! Hollywood’un yapımcılara sıraladığı! en önemli 5 kural! adında 5 remix birleşimi bir dans müziği  ve #tobeymaguire etiketi ile tik tok unun çekileceği bir videoda yer alacak olan) aynı yatağı paylaşan kadın ve erkek hakkında uyarının yer almasını -ki tarihte bir dönem yataklar daha çok ayrı kullanılıyormuş- ne kadar tuhaf olduğuna bakın. Filmde de bu durum gibi Lucy’nin gerçek hayatında hamile olması ve bunu senaristlere söylediğinde hiç birisinin başta  sevinmemesi ve ne yapacaklarını düşünmesi çünkü hamile bir kadın televizyonda gözükmesinin yanlış olduğunun düşünülmesi izlerken insanı güldürüyor ve düşündürüyor..

Bu durumu çözmek için koltuğun arkasında oynamasını karnı belli olmayacak şekilde çamaşır sepeti ile gezmesini ve masanın arkasında kalmasını önermeleri ki bu durum hakkında gerekçeleri oldukça komik hamile bir kadının televizyonda gözükmemesini seksi çağrıştırdığı ve çocuklar izlediği için doğru bulmuyorlar ama o çocuklar (bu düşüncenin seviyesinde bir cevap verecek olursam) filmde söylendiği gibi her gün kardeşleri ile vakit geçiriyorlar ya da kendilerinden küçük birilerini görebiliyorlar (NEREDEN ÇIKTINIZ BAY YAPIMCI EY SENARİSTLER). Ayrıca bunların dışında yapımcılar ile konuşulan bir toplantıda Lucy durumu söylediğinde endişeli bir şekilde kızarak NE KADAR HAMİLESİN gibi  bir tepki verilmesi… Kişinin özel hayatının olmasının istenmemesi hatta bu durumun televizyon önünde demin anlattığım gibi ayıplı olarak sayılması bana oldukça komik geliyor.Elbette bu durum ilerleyen zamanlarda bizim yaptıklarımız hakkında hönkürerek gülüneceğini değiştirmiyor.(Klişenin derin sularında yüzdüğüme göre bitirme vaktim gelmiş buradan ayrıca Don’t Look Up repliği çıkabilir Dicaprio ve bir filmde gördüğüm en anlamsız karakterlerden sahip olan timotişalame incelesin burayı)

I Love Lucy bu duruma karşı çıkamıyor  ama en azından doğum sahnesinin ilk kez yapılabildiği bir dizi olarak televizyon için önemli bir eşik noktası oluşturuyor.




Yorumlar

Popüler Yayınlar